Mersin’le ilgili tespitlerimden biri şuydu: Mersin; dışardan gelenlere önce hayranlık duyar, el üstünde tutar, pohpohlar, sonra tefe koyar, zil takıp gönderir. İçeridekiler ise birbirini yer!

İki üç yıl önce ünlü sanatçı, “Uzaylı Zekiye” lakabıyla bilinen Sayın Seden Kızıltunç Mersin’e geldi.

İçel Sanat Kulübü’ndeki hayranları onu yere göğe sığdıramadılar.

Bu sevgiden ve ilgiden o kadar memnun oldu ki, sanırım ablasının Mersin’de evi vardı, buraya yerleşmeye karar verdi.

Benim salonumu ziyaret ettiklerinde uzun uzun sohbet ettik. Düşüncelerini anlattı bana.

Şöyle bir diyalog gelişti aramızda…

-Sevgili hocam düşünceleriniz, planlarınız çok güzel, ama bence buraya yerleşme olayını iyi bir düşünün, pişman olursunuz.

S.K- Neden?

- Siz Mersin’i ve Mersinliyi bilmezsiniz. Günübirlik gelirseniz ve ünlüyseniz kimsenin tavuğuna kışt demeyeceğiniz için, sizinle birlikte olmayı, fotoğraf çekilmeyi, sizi mutlu etmeyi çok severler. Fakat burada kalıcı olur da, bilginizle birikiminizle bir şeyler yapmaya, yararlı olmaya çalışırsanız, aynı insanlar sizin ayağınızı kaydırmak için ellerinden geleni yaparlar.

S.K- Neden yapsınlar, niçin böyle düşünüyorsunuz?

- Deneyim hocam, deneyim. Yaşadığım için biliyorum. Çünkü siz bilgili ve birikimli, başarılı insansınız. Burada yapacaklarınız ve başarılarınız; bilgisiz, yarı bilgili, vizyonsuz ve fakat köşeleri tutmuş insanların işine gelmez. Bir halt olmadıklarını sizin sayenizde diğer insanlar da görecekler. Bu da onların gardını düşürecek ve size düşman olacaklar. Mersin; vizyonsuz insanların elinde heba olmuş bir güzel şehir maalesef.

S.K- Yanılıyorsunuz. Göreceksiniz, size bunu kanıtlayacağım.

-Birkaç ay sonra görüşelim hocam. Bu konuyu o zaman daha net konuşuruz.

Bu sohbetten sonra olayları takip ettim.

İlanlar verildi, İçel Sanat Kulübü’nde tiyatro çalışmaları yapıp, güzel işler çıkarma adına kolları sıvadı Seden Hocam. Daha sonra görüşemedik. Çünkü sanırım iki ay sonra Mersin’i terk etmişti.

Buna benzer çok olayla karşılaştım.

Çünkü ben de aynısını çok yaşadım. Ama ben pes etmedim.

Çünkü Mersin benim sevdamdı. Mücadele ettim. Çok düşman ve onlardan fazla dost kazandım, yolumdan dönmedim.

Övünmek gibi olsun, Mersin’de çığır açtım. Neler başardığımı bilen biliyor, bilmeyenler de arşivlere bakar öğrenir. Bu konuda mütevazı olmayacağım.

Gelelim son ve en önemli konumuza ve konuğumuza.

Konumuz Mersin Büyükşehir Belediye Şehir Tiyatrosu ve Sayın Murat Atak.

Sevgili Başkan Vahap Seçer, çok doğru bir atak yaparak, tiyatronun başına; kendini kanıtlamış, bilgili ve başarılı bir sanat insanını, Sayın Murat Atak’ı getirdi.

Bizden sonra, beş yıl boyunca yerlerde sürünen Şehir Tiyatromuzu şaha kaldırdı.

Murat Atak’ın gelmesine en çok sevinenlerden biri de bendim. Bu konuda ilk hoş geldin yazısı yazan da benim.

Kendisiyle ilk tanışmamızda; “ Hoş geldiniz hocam, ben bu kurumun eski genel sanat yönetmeni ve aynı zamanda “gönüllü” gazeteciyim. Beş yıl boyunca bir yazı yazmadım, meslektaşlarım ve öğrencilerimi kötü duruma düşürmemek için. Ama şimdi karşımda bir sanatçı var. İyi işler yaptığınızda yanınızda, yanlış yaptığınızda karşınızdayım, eleştiririm” dedim. Çok mutlu oldu. “ Elbette, ben eleştiriye açık biriyim” dedi.

Daha ilk günden kötü kokular almaya başladım. Kendi ekibini kurmasına bir sözüm olamazdı. Olmadı da. Ama göstermelik bir Jüri ve sınavla, konservatuar bitirmiş yüzlerce gencin hayalleriyle oynandı. Seçilenler büyük oranda kendi öğrencileri ve tanıdıklarıydı. Bir iki istisna olabilir.

Buna da eyvallah dedim.

Ama öyle bir hata yaptı ki, ondan sonra ip koptu.

Birden ödüller yağdı Mersin Şehir Tiyatrosu’na ve kendisine.

Tüm ülke bu ödüllerle dalga geçti. Çünkü ödüllerin nasıl alındığını veya verildiğini bilmeyen yok.

Daha vahimi, Mersin Şehir Tiyatrosu’nun tanıtımı için yine kendi çevresindeki insanları Mersin’e davet ederek, belediyenin parasıyla yedirdi, içirdi konaklattı, gezdirdi.

Bu da çok normal ve doğru diyelim.

Ama o gelen gazeteci sanatçı tayfasının yazılarını okuyunca dumura uğradım. Yazılanlarda, Şehir Tiyatrosu’nu kendi kurmuş gibi anlatmış. Herkesin içinde bizim eski öğrencilere ve Sanat Yönetmeni olan Ahmet Aksoy’a aşağılayıcı sözler sarf ederek, “yirmi yıl uyumuşsunuz, hiçbir şey üretmemişsiniz, amatörce basit şeyler yapmışsınız” gibi şeyler söylemiş.

Bu aşamadan sonra ben her ortamda söyledim, yazdım, o yazı yazanları tek tek aradım, gerçekleri anlatmaya çabaladım.

Bu arada iyi oyunlar sahnelendi. Her oyuna güzel yazılar yazdım. Çünkü benim derdim, kendisine ve tiyatroya zarar vermek değildi. Ne yazık ki, beni kara listeye aldı. Bunu nereden çıkarıyorum. Yazdığım güzel ve övgü dolu yazıları bile, eski öğrencilerim, bırakın yorum yapıp teşekkür etmeyi, beğeni bile atamıyorlar, benden fersah fersah kaçıyorlardı.

Bu arada kulağıma çok kötü şeyler fısıldanılıyordu. Mersin’in dürüst ve özgür gazetecileri tek kelime yazamadılar. Çünkü onların da kulaklarına fısıltılar gidiyordu. Bir de üstüne beni kıskançlıkla itham edenler bile oldu.

Ben başarılı insanı kıskanmam. Onları imrenerek takip eder, başarılarından mutlu olurum. Bunu söylemekten de, yazmaktan da çekinmem.

Veeee, geldik bu güne.

Birden Murat Atak’ın paylaşımlarıyla karşılaştık.

Zehir zemberek bir paylaşımdı.

Sayfamda paylaştım. Sonra paylaşımı kaldırmamı rica etti. Saygımdan dolayı kaldırdım.

Sessiz sedasız istifa etti ve Mersin’i terk etti.

Ne kendisi ne de belediye yetkilileri kamuoyuna bir açıklama yapmadı.

Gelişi muhteşemdi, ama gidişi bu kadar sessiz olmamalı.

Bu kadar başarılı işler çıkarmış, ödüllerin ardı arkası kesilmemişken…

Bu ani ayrılık ve nedenleri açıklanmalı.

Bekleyeceğim.

Bir sonraki yazımda perde arkasındaki nedenleri incelemeye ve yorumlamaya çalışacağım.

Saygı ve sevgilerimle.