Yüzyılın felaketi 06 Şubat 2023 Kahramanmaraş depremi, Türkiye’nin doğal afetler tarihine sonuçları en ağır felaketlerden birisi, belki de birincisi olarak geçti. Deprem, başta Kahramanmaraş, Adana, Gaziantep, Hatay, Malatya, Kilis, Osmaniye, Diyarbakır, Şanlıurfa, Adıyaman ve Elâzığ olmak üzere 11 ilimizi doğrudan doğruya, diğer 81 ilimizin tamamını ise dolaylı olarak şu veya bu şekilde etkiledi. Şu satırların yazıldığı sırada, depremde hayatını kaybedenlerin sayısı 43 bin 556 kişi olarak açıklanmıştı. AFAD deprem anında 12 bin 141 bina ve 66 bin 58 bağımsız bölümün yıkıldığını duyurdu. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın hazırladığı 16 Şubat 2023 tarihli Rapora göre, 11 ilde toplam 717 bin 614 binanın 90 bin 609’u acil yıkılacak, ağır hasarlı ve yıkık bina olarak belirlendi. Bu durumdaki binalardaki konut sayısı ise 269 bin 51 olarak tespit edildi. 11 ildeki 77 bin 754 binadaki 231 bin 878 bağımsız bölümle ilgili tespitler yapılamadı. Hasarsız olarak kayıtlara giren bina sayısı 351 bin 426, bağımsız bölüm sayısı bir milyon 260 bin 659 oldu. 197 bin 825 bina ise az veya orta hasarlı olarak kayıtlara geçti. Toplam yıkılan bina sayısı 18 bin 200 oldu. Yine acil yıkılacak, ağır hasarlı ve yıkık ticarethane sayısı 61 bin 890 olurken, benzer durumdaki ahır sayısı 3 bin 809 olarak tespit edildi. Fazla söze gerek yok. Sadece bu rakamlar bile felaketin büyüklüğünü somut olarak gözler önüne seriyor. Mevcut durum apaçık şunu gösteriyor ki; her ne kadar bazı yetkililer, yaraların kısa sürede sarılacağına ilişkin çeşitli açıklamalarda bulunsalar da açılan yaralar, hiç de öyle söylendiği gibi kısa sürede sarılacağa benzemiyor. Unutmayalım ki, gerçekler her zaman acıdır. Bunu söylemesi ne kadar üzüntü verici olsa da kanımca, bu felaketin üstesinden gelinmesi işi hayli uzunca bir zaman alacaktır. Bu yalın gerçeğin daha şimdiden kabul edilmesi gerekmektedir diye düşünüyorum. Unutmayalım ki bu yaraların sarılması ve zararların giderilmesi işi, bir hayli zor, zahmetli ve meşakkatli süreçleri gerektirecektir. Epeyce klasik bir söylem olacak ama, kısaca ifade etmek gerekirse bu 11 ilimiz için “hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır.” Tabii Türkiye’nin çok iyi yetişmiş yer bilimcileri, deprem mühendisleri ve mimarları var. Onlar, kırılan fiziki fay hatlarının neden ve sonuçlarını ve depremin verdiği zarar ve hasarların boyutlarını çok iyi bir şekilde hesaplayıp ortaya koyuyorlar. Ancak depremle birlikte bir de somut olarak gözle görülemeyen ama, tıpkı depremdeki gibi kırılan, ekonomik, sosyal ve siyasal fay hatları var. İşte bunların neden olduğu zarar ve hasarların, toplumsal travmaların ve sosyal yarılmaların boyutlarını ortaya koymak ve sakıncalarını gidermek hiç te öyle görüldüğü ve sanıldığı gibi kolay olmayacaktır. Kırılan sosyal fay hatlarının yarattığı travmaların sağaltılması ve açtığı yaraların sarılması oldukça uzun bir zaman alacaktır. Evet, depremin üzerinden henüz 20 gün gibi kısa bir zaman geçti. Evet, depremin meydana getirdiği enkazların üzerindeki toz ve duman tabakası hala tütmeye devam ediyor. Evet, bütün bunları konuşmamız için henüz çok erken. Ama şunun şurasını da çok iyi bilmemiz gerekmektedir ki, deprem, sadece sarsarak yıktığı yerde, öylece kalakalmadı. Aynı zamanda, tarihte şimdiye kadar eşine ve benzerine pek az rastladığımız, çok büyük bir toplumsal hareketliliğe ve şimdilik deprem göçü olarak tanımlayabileceğimiz büyük bir iç göç olayına da neden oldu. Bu deprem göçünün elbette ki birtakım ekonomik, sosyal ve siyasal sonuçları olacaktır. Tabii doğrudan doğruya birbirine benzetilemez. Asla bizim şehirlerimizin de sonu böyle olacaktır denemez. Ancak tarihte, bazı doğal afetlerin şehirler üzerindeki etkilerini gösteren, hatta bazı şehirlerin sonunu getiren bazı olaylar yaşanmıştır. Örneğin, Tevrat’ta anlatılan bir öyküye göre Sodom ve Gomore şehirleri bir depremle batmış ve yok olmuşlardır. Bundan yaklaşık olarak 2 bin yıl kadar önce, İtalya’daki Vezüv Yanardağı'nın patlaması sonucunda, yanardağın eteklerinde kurulmuş olan antik Pompeii şehrindeki yaşam, tarihçilerin anlattığına göre 15 dakika içerisinde sona ermiştir. Yine aynı şekilde bizim ülkemizdeki antik Efes şehrinin de depremlerle yıkılıp yok olduğuna ilişkin çeşitli kayıtlar bulunmaktadır. Bunlara benzer daha pek çok örnekler de verilebilir. Tabii bütün bu örneklere bakıp ta depreme uğrayan her şehir, tarihten silinip yok olacaktır denilemez. Ancak doğal afete uğrayan tüm şehirlerin, hatta tüm ülkelerin de bundan çok olumsuz bir şekilde etkilenecekleri gerçeği hiçbir zaman akıllardan çıkartılmamalı ve unutulmamalıdır. Ülkemizde, şu günlerde yaşadığımız deprem faciasının yol açtığı en olumsuz sonuçlardan birisi olan iç göç olayına ve bunun bazı olası sonuçlarına gelince; kimi gazeteciler ve uzmanlar, depremlerin büyük yıkıma neden olduğu 11 ilde, ilk günlerde yaşanan büyük hareketliliğin yaşadığımız şu son günlerde yerini derin bir sessizliğe bıraktığını ve insanların yaşadıkları sokakları, mahalleleri, ilçeleri ve şehirleri terk ederek farklı şehirlere göç etmeye başladıklarını belirtmektedirler. Göç eden bu depremzedelerin kimi değişik ilçelerdeki ve köylerdeki akrabalarının yanına giderlerken, büyük bir kısmı ise başta Ankara, İstanbul, İzmir ve Mersin gibi büyük şehirlere göç etmektedirler. Konuya ilişkin yapılan bazı yayınlardan anladığımız kadarıyla İstanbul, Ankara ve İzmir’e göç edenlerin sayısı konusunda resmi bir bilgi olmamakla birlikte, Mersin’e 400 bin, Antalya’ya 150 bin, Muğla’ya 50 bin, Elazığ’a 40 bin, Eskişehir’e 20 bin kişi göç etmiştir. Sayıları kesin olarak bilinmemekle birlikte bazı uzmanlara göre göç edenlerin sayısı yaklaşık olarak 5 milyonu bulmuştur. Doğaldır ki, yaşanan bu kadar büyük boyutlu bu göç hareketi, göç alan şehirlerin alt yapılarını da derinden derine etkileyecektir. Nüfusun birdenbire arttığı şehirlerdeki kentsel altyapı, konut, eğitim, sağlık, ulaşım, istihdam konularında çok ciddi sıkıntılar yaşanacağı öngörülmektedir. Bölgedeki birçok sanayi kuruluşunun nitelikli iş gücü kaybı nedeniyle üretim hacminde düşüşler meydana geleceği tahmin edilmektedir. İlgili bazı çevreler tarafından ise, tarımsal üretimin büyük risk altında olduğuna ilişkin kimi açıklamalar yapılmaktadır. Tabii bütün bu gelişmeler karşısında ulusal gelirin de bundan olumsuz etkileneceği ve ulusal gelirde düşüşler meydana geleceği belirtilmektedir. Bireysel olarak baktığımızda ise, bir insanın ailesini kaybedip, evini ve memleketini terk ederek başka diyarlarda sıfırdan yeni bir hayat kurmaya çalışmasının ne denli acılı ve zorlu bir süreç olduğunu bilmeyenimiz veya tahmin etmeyenimiz hemen hemen yok gibidir. Doğal olarak bütün bu olumsuzluk ve zorlukların üstesinden ancak, devletin bu konularda ivedilikle çok ciddi önlemler alması suretiyle gelinebileceği, aksi takdirde bireylerin, işletmelerin ve belediyelerin tek başlarına bu yükün altından kalkamayacakları vurgulanmaktadır. Yaşanan tüm bu acı gerçekler, Türkiye’nin ne yazık ki, uzun vadeli, planlı, sistemli, tutarlı ve etkili bir doğal afetlerle mücadele ve göç politikasının olmadığını gözler önüne sermiştir. Bu nedenle Türkiye kamuoyu, öncelikli olarak bu politika eksikliklerinin giderilmesini, mümkünse bir Doğal Afetler Bakanlığı’nın kurulmasını ve deprem faciasının açtığı yaraların ise bir an önce sarılmasını beklemektedir.

#MEÜ. E. Öğr. Gör. Uzm. Celal TEZEL