Atalarımız, günlük yaşantımızda bazen art arda gelen, bitmek tükenmek bilmeyen sıkıntı ve zorluklarımızı “gün biter, dert bitmez” atasözüyle ifade etmişler. Bu anlamlı söz, içinde yaşadığımız 6 Şubat Kahramanmaraş depremleri nedeniyle 50 binlerle ifade edilen ölüm acılarını, yıkımları insanlık trajedilerini, ekonomik bunalımları, hayat pahalılığını işsizliği, çaresizliği ve en önemlisi de umutsuzluğu veciz bir şekilde dile getiriyor. Sanki bizlere, sabahtan akşama bin bir zorlukla geçirdiğimiz günlerimizin kısa bir özetini veriyor. Evet, bugüne kadar eşi ve benzeri görülmemiş olağanüstü zorlu bir dönemden geçiyoruz. 100 Yılın en önemli seçim sürecini yaşıyoruz. Ama, bir taraftan da günlük görev ve sorumluluklarımızı yerine getirebilmemiz için özel bir uğraş vermemiz adeta bir zorunluluk haline geliyor. Öte yandan yaşantımızı monotonluktan çıkartan, bizleri özgürleştiren, eğlendiren ve neşelendiren, yaşantımıza renk ve anlam katan toplumsal kültür varlıklarımızı, moral değerlerimizi, simgelerimizi ve ritüellerimizi de unutmamamız, unutturmamamız ve atlamamız gerekiyor. Vazgeçilemez ve ertelenemez nitelikteki bu toplumsal simge ve ritüellerimizin başında anma günlerimiz ve bayramlarımız geliyor. Geçmişte, her hal ve koşulda bu bayramlarımızı kutladığımız gibi, bu yıl da yine çok zorlu bir süreçten geçiyor olmamıza rağmen binlerce yıllık bu bayram geleneğimizi sürdüreceğiz. Bayram kavramının anlamına gelince; insanoğlunun, bilinen en eski çağlardan beri kimi zaman tapınma, kimi zaman eğlenme ve anma amacıyla çeşitli etkinlikler düzenlediği bilinmektedir. Bu etkinliklere; yerine, zamanına ve niteliğine göre; ayin, tören, anma, karnaval, festival, fiesta, şenlik ve bayram gibi adlar verilmiştir. Türkler, Müslümanlığı kabul etmeden önce, mevsim dönüşümlerini esas alan kimi tören ve şenlikler düzenliyorlardı. Ancak Müslümanlığı kabul ettikten sonra Ramazan ve Kurban Bayramları en önemli bayramlar haline gelmiştir. “Bayram” sözcüğü, Türkçe bir sözcüktür. Kaşgarlı Mahmut, ünlü “Divan-ı Lügatü't-Türk” adlı yapıtında; Oğuzların "sevinç ve eğlence günü" karşılığı olarak Arapçada kullanılan "îd" sözcüğü yerine bayram sözcüğünü kullandıklarını belirtmektedir. Son yıllarda, bazı köşe yazılarında ve televizyon programlarında ortaya atılan yapay bir gündemle; Ramazan Bayramı mı? Yoksa Şeker Bayramı mı? Soruları ortaya atılarak, bu bayramın adı üzerinden ayrıştırıcı bir tartışma yaratılmak istenmektedir. Böyle bir tartışma tarihsel ve bilimsel temelden yoksundur. Çünkü binlerce yıldır kutlanan bu bayrama, Osmanlılar Döneminde “Ramazan Bayramı” ya da kimi durumlarda söylendiği şekliyle “Şeker Bayramı” adı verilmiştir. Hicri takvime göre Ramazan ayından sonra kutlanan bu bayrama değişik İslam ülkelerinde değişik isimler verilmektedir. Örneğin, Arap Yarımadasında bu bayrama “Fıtr Bayramı” yani “Yemek Bayramı”, Endonezyada ise “Hari Lebaran” (Bayram Günü) denilmektedir. İslam Dininin kutsal kitabı olan Kuranı Kerim’de “Ramazan Bayramı” adıyla tanımlanmış bir bayram mevcut değildir. Müslüman Arap kültüründe, “îdü’l-fıtr” ve “îdü’l-adhâ” şeklinde adlandırılan iki bayram mevcuttur. Her iki bayram da hicretin İkinci yılından itibaren kutlanmaya başlanmıştır. Esasen ramazan ayını oruçla geçiren müslümanlar sonraki ayın yani, Şevval ayının ilk üç gününü bayram olarak kutlamışlardır. Bazı dil bilimciler, Osmanlılar döneminde, “Şevval” ayının söylenişinin zamanla dönüşerek “Şeker” şeklinde söylenmeye başlandığını ve giderek bu bayramın da “Şeker Bayramı” adını aldığını belirtmektedirler. Bir başka açıklamaya göre ise; Arapça adı “idü’l-fıtr” olan bu bayrama, bayramdan önce fitre verildiği için “Fıtır Bayramı” adı verilmiştir. Bu bayramda; “sadaka-i fıtr” yani “oruç bozma sadakası” dağıtıldığı için, sadaka dağıtma görevini yerine getirenlerin hallerine şükretmeleri nedeniyle, zamanla bu bayrama “Şükür Bayramı” da denilmiştir. Tamlamadaki “şükür” sözcüğü de zaman içinde söylene söylene “şeker” olarak değişikliğe uğramış ve Arapça adı “Fıtr Bayramı” olan bu bayrama da ikinci bir ad olarak “Şeker Bayramı” adı da verilmiştir. Sözün özü, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olan bazı sözde yazar çizer takımının bir bardak suda fırtına kopartmak istedikleri gibi bu bayramımıza; “Fıtr Bayramı”, “Ramazan Bayramı” ya da “Şeker Bayramı” dememiz arasında, sonuçları ve bayram kutlama biçimleri yönünden en küçük bir fark yoktur. Bu isim tartışması Türkiye’ye özgü yapay bir tartışmadır. Ramazan Bayramı törenleri, Bayram Namazıyla başlar. İslam dininin yüce peygamberi Hz. Muhammed (S.A.V), yaşamı boyunca tüm bayram namazlarını mescidde değil, dışarıda musallada (açık alanda, arazide, sahrada) kılmıştır. Hz. Muhammed (S.A.V)’in, Ramazan Bayramlarında musallâya (Arapça kökenli bir sözcük olan musalla sözcüğü; açık alan, arazi, kırsal alan, en sonda, en uçta ve marjinal anlamlarına gelmektedir.) çıkmadan önce hurma yeme alışkanlığı, zamanla bir sünnet olarak kabul edilmiş ve bu yaklaşım bayramda tatlı ikramı geleneğini doğurmuştur. Araplar genel olarak bayramlarda en güzel elbiselerini giyer, at veya deve yarışı tertipler ve umumiyetle köle yahut cariyelerin çaldığı bendir (zilli iri def) eşliğinde dans ederlerdi. Çocuklar ise, o zamanlarda oynanmakta olan bazı çocuk oyunlarını oynamak suretiyle eğlenirlerdi. Hazreti Muhammed sağlığında, kadınlı erkekli tüm Medine’lilerin bu bayramlara katılmalarını ve neşe ve coşku içerisinde eğlenmelerini özendirmiştir. Kendisi de ailesiyle birlikte neşeli bir şeklide izlemek suretiyle bu törenlere katılmıştır. Bayram boyunca kılıç ve diğer silâhların taşınması yasaklanmıştır. (Kaynak: TDV İslam Ansiklopedisi) Bununla, bayram günlerinde bütün düşmanlıkların, küskünlüklerin, dargınlıkların ortadan kaldırılmasını ve bayramın tam bir barış, kardeşlik ve huzur ortamında büyük bir toplumsal coşkuyla ve neşe içerisinde geçirilmesini amaçlanmıştır. Fâtih Sultan Mehmet döneminde; saraydaki görkemli bayramlaşma programını çok ayrıntılı biçimde düzenleyen bir kanunname çıkartılmıştır. Osmanlı Padişahları, bayram şenliklerinin çok coşkulu ve eğlenceli bir şekilde yapılmasına büyük önem vermişlerdir. II. Abdülhamit döneminde, bu şenliklerin sadeleştirilmesine çalışılmıştır. Bayramlar, toplumsal coşku, sevinç, barış ve kardeşlik günleridir. Yoksa birilerinin yaptığı şekilde, bayram sanki kendi tapulu malıymış gibi bir algı oluşturmaya çalışarak, toplumun bir kesimine karşı ötekileştirici bir nefret dili kullanarak toplumu ayrıştırmak; bayramın özüne ve ruhuna aykırıdır. Bu bayram kimsenin tapulu malı değildir. Hepimizindir. Ulusumuzun ve tüm İslam ve insanlık aleminin Ramazan (Şeker) Bayramı kutlu ve mutlu olsun.

MEÜ. E. Öğr. Gör. Uzm. Celal TEZEL