Nihayet, ilginç bir rastlantı sonucunda yapılış tarihi itibariyle Cumhuriyet’in 100. Yılına isabet eden ve bu nedenle de bir anlamda 100 Yılın Seçimi olarak nitelendiren seçim sürecinin ilk aşaması tamamlandı. Hukuksal anlamda seçmen statüsünü kazanmış olan yurttaşlarımızın büyük bir çoğunluğu, Anayasal bir hak olan seçme haklarını kullanmak üzere geçtiğimiz 14 Mayıs Pazar günü sandık başına gittiler. Ve oylarını kullandılar. Seçimlerin kesin olmayan sonuçları, ertesi sabah YSK Başkanı tarafından açıklandı. Buna göre, yeni dönem TBMM üyelerini belirlemek üzere yapılan milletvekili genel seçimleri sonuçlandı. Ancak, üç adayın yarıştığı Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde; adaylardan hiç birisinin yasanın öngördüğü %50+1 şartını yerine getiremediği görüldü. Böylelikle Cumhurbaşkanlığı seçimleri, en çok oyu alan ilk iki adayın yarışacağı 2. Tura ertelendi. Ve 2. Tur seçimlerin ise, 15 gün sonra, yani 28 Mayıs Pazar günü yapılacağı açıklandı. Şimdi, Cumhur ve Millet İttifaklarının adayları ve kurmayları, bu 15 günlük süreyi kendi lehlerine en iyi sonucu alacak şekilde kullanabilmek için, büyük bir telaşe içerisinde ve var güçleriyle çalışmaya başladılar. 2. Tur seçimleri bizim siyasi tarihimizde bir ilki oluşturmaktadır. Doğal olarak, 2. Tur Cumhurbaşkanlığı Seçimlerinde nelerin yaşanacağını ve seçimlerin nasıl sonuçlanacağını görebilmemiz için bir süre daha beklememiz ve süreci izlememiz gerekecektir. Elbette ki yapılan her seçimin; o ülkenin siyasal, yönetsel, ekonomik ve sosyal yapıları üzerinde çok çeşitli etkileri ve birtakım kalıcı izli sonuçları olmaktadır. Bu etki ve sonuçlar, o ülkenin siyasetçileri, sosyal ve siyasal bilimcileri, medya mensupları ve nihayetinde yurttaşları tarafından da çeşitli biçimlerde değerlendirilmektedir. Elbette ki. 14 Mayıs Seçimleri ve bunun zorunlu bir sonucu olarak yapılacak olan 28 Mayıs seçimleri de aynı şekilde değerlendirmelere tabi tutulacaktır. Ancak bunun için henüz çok erkendir. Çünkü olay daha tazeliğini ve hassasiyetini korumaktadır. Bu nedenle, daha olayın üzerindeki toz ve sis bulutları dağılmadan, sıcağı sıcağına ve alel acele yapılacak olan duygusal ve subjektif değerlendirmeler, insanları bir takım yanlış anlamalara ve yanılgılara sürüklemekten öteye bir anlam ifade etmeyecektir. Nitekim, televizyonlarda izlediğimiz bir takım siyasetçi ve medya mensubunun bu yanılgılara sürüklendikleri görülmektedir. Bu açıdan bakıldığında, 16 Mayıs günü yayımlanan Sözcü Gazetesi’nde yer alan “Meğer bizim milletin karnı TOGG’muş” başlıklı haberin içeriğinde yer alan yaklaşım ve değerlendirmeler büyük bir talihsizlik olmuştur. Çünkü, insanların siyasal tutum ve davranışlarının nasıl oluştuğunu ve yine insanların siyasal karar alma süreçleri sonunda hangi siyasal partiye ya da adaya neden ve niçin oy verecekleri kararlarını nasıl aldıklarını irdelemek ve değerlendirmek, öyle sıradan, basit, yüzeysel ve sığ bir yaklaşımla ele alınabilecek ve kolaylıkla açıklanabilecek bir olgu değildir. Bu nedenle insanların suçlanmaları, küçümsenmeleri ve hatta hakir ve hor görülmeleri son derecede yanlış, anlamsız ve yararsız bir tavırdır. Türkiye’de siyaset yapacak ya da gazetecilik gibi bilimsel birikim gerektiren sosyal meslekleri yürütecek olanlarının en azından toplumlarının sosyolojik ve sosyal psikolojik yapıları hakkında temel ve genel bazı kavramları bilmeleri ve ona göre değerlendirmeler yapmaları gerekmektedir. Yaygın olarak bilinenin aksine insanların kimlik ve kişilik yapıları, siyasal tutum ve davranışları ve davranış kalıpları öyle birkaç günlük kısa bir zamanda oluşmamaktadır. Bunun için çok uzun süreçlerin yaşanması gerekmektedir. Bu nedenle siyasal tutum ve davranışlar ve siyasal tercihler; ne kadar parlak ve başarılı olursa olsun öyle kısa bir propaganda kampanyası sırasında ya da siyasal hatip ne kadar etkili konuşursa konuşsun öyle birkaç nutuk ve vaat sonucunda kolay kolay değişmemektedir. Ünlü fizikçi, bilim ve düşün insanı Albert Einstein’ın bu konuda söylediği çok önemli bir sözü vardır. İşin zorluğunu belirtmek için Albert Einstein diyor ki; “insanın kişilik yapısı, tutum ve davranışları ve davranış kalıpları bir kez oluşmaya görsün, bunları değiştirmek atomu çekirdeklerine ayırmaktan daha zordur.” Bu nedenle, özünde bir tutum ve davranış değiştirme ve bir siyasal ikna süreci olan siyasi faaliyet, uzun soluklu, yedi gün yirmi dört saat bitmeyen tükenmeyen, kasıtlı, planlı-programlı, sürekli, düzenli, sistemli ve örgütlü bir faaliyettir. Unutulmamalıdır ki, bir siyasal parti demek; örgüt ve yukarıdan aşağıya ve aşağıdan yukarıya doğru işleyen iki yönlü bir iletişim demektir. Tabandaki bu siyasal tutum değişikliğini sağlayarak partinin mesajlarını topluma iletme görevini il ve ilçe örgütleri ve kuş uçmaz kervan geçmez en ücra mahalle ve köylere kadar dağılmış olan kanaat önderleri yerine getirir. Örgütsel işleyişi göz ardı eden siyasal partilerin siyasal ikna başarı ve yetenekleri azalır. İnsanların günübirlik kampanyalarla siyasal oy tercihlerini öyle kolaylıkla ve birdenbire değiştireceklerini beklemek safdillikten öteye bir şey değildir. Yine, seçim sonu değerlendirmelerimizi yaparken göz önünde bulundurmamız gereken bazı sosyolojik ve sosyal psikolojik bilimsel gerçeklikler vardır. Bunlardan birincisi, ortama ve sade, apolitik, işinde gücünde sessiz halk yığınlarının her zaman tutucu, mütedeyyin ve statükocu oldukları gerçeğidir. İkincisi ise, Türk toplumu içerisinde muhafazakâr kişilik yapısına sahip insanların büyük bir yer kapladığı olgusudur. Bu yapıda milliyetçilik, uluslararası konjonktürden de etkilenerek yükselen bir değer olarak giderek daha da ön plana çıkmakta ve yaygınlık kazanmaktadır. Türkiye’de 21 yıldan bu yana uygulanan eğitim faaliyetleri, kitle iletişim politikaları ve ideolojik faaliyetler sonucunda sessiz halk yığınlarının tutuculuğu, statükoculuk, bağnaz dindarlık ve milliyetçi muhafazakarlık daha da artmıştır. Bu nedenle, 14 Mayıs seçimleri sonucunda ortaya çıkmış olan oy dağılımına hiç şaşırmamak, üzülmemek ve hatta hiç de kızmamak gerekmektedir. Ve hatta aksine, 21 yıllık AKP iktidarının katı uygulamalarına, demokratik ve laik Cumhuriyetin kurumsal yapılarından sapmalarına rağmen devrimcilerin, demokratların, cumhuriyetçilerin, batılı anlamda laik ve çağdaş bir yaşama biçimini benimsemiş olanların, bilimsel ve gerçekçi düşünerek akılcı karar almayı ilke edinenlerin, insan haklarına ve hukukun üstünlüğüne inananların, zamlara ve zulümlere karşı duranların, her türlü ayrımcılığı ve ötekileştirmeyi reddedenlerin ve en önemlisi de barış içinde, bir arada, kardeşçe ve özgürce yaşama iradesine sahip olanların bu kadar yüksek bir oran tutturmuş olmalarına sevinmek bile lazımdır. Böyle bir toplumda umut vardır. Ve gelecek için karamsarlığa kapılmanın ise hiçbir gereği yoktur. Elbette ki bu ülkeye de mutlu, umutlu, güneşli ve güzel günler bir gün mutlaka gelecektir. Bunun için yeni siyasal hedefler belirlemek, yeni projeler oluşturmak ve yeni plan, strateji ve taktikler geliştirmek gerekmektir. Son olarak 2. Tur seçimleri için bir ön değerlendirme yapacak olursak; 28 Mayıs günü seçim sandıkları sıfırdan yeniden kurulacağı için, ilk turda alınmış olan oyların hiçbir geçerliliği ve yeniden aynı oranda alınacağı garantisi yoktur. Ve her iki adayın da şansları eşittir. En azından matematiksel olarak her iki adayın da seçilme olasılığı bulunmaktadır. Unutmamak gerekir ki siyasal olaylar, konjonktürel olaylardır. Değişen yeni şartlara göre her şey yeniden değişebilir. Ülkemizde uzun yıllar başbakanlık ve cumhurbaşkanlığı yapmış olan ünlü siyaset ve devlet adamlarımızdan Süleyman Demirel’in deyimiyle “Türkiye’de siyasette 24 saat çok uzun bir zamandır.” Geçecek bu zaman içerisinde yeni koşullar oluşabilir ve yeni ittifaklar geliştirilebilir. 2. Tur için şimdilik bir kilit oluşmuş gibidir. Bu kilidi açacak anahtar ise %5 oy almış olan Sinan Ogan’ın elinde bulunmaktadır. 2. Tur seçimlerinin sonucunu çok büyük olasılıkla Ata İttifakı ve bu ittifakın Cumhurbaşkanı adayı olan Sinan Ogan’ın tavrı belirleyecektir. Yaygın bir tıp terimiyle söyleyecek olursak “çıkmamış canda her zaman umut vardır.” Hele şu seçimler bir sonuçlanıp, TBMM bir çalışmaya başladıktan ve hükümet kurulduktan sonra ise siyasal partilerimizde adeta büyük bir deprem ve büyük bir değişim yaşanacağını şimdiden söylemek ise, öyle şaşırtıcı, sır niteliğinde ve gizemli bir kehanet olmayacaktır. Çünkü, o güzel atasözümüzde söylendiği gibi “görünen köy, kılavuz istememektedir.”

MEÜ. E. Öğr. Gör. Uzm. Celal TEZEL