Yaşamın her evresinde kendinden menkul insanlarla karşılaşırız.

Kimisine iyi der üzerinde methiyeler düzeriz, kimisine de ver yansın ederiz.

Herkesin bir düşüncesi, kapasitesi, öngörüsü, eğitim durumu, sosyal yaşamı ve en önemlisi de herkesin bir karakteri var.

Bu karakter ya da kişilik üzerinde değerlendirme yapıldığında, iyilik ve kötülük kavramları yakıştırılır.

Toplumuna ve doğasına duyarlılık gösteriyorsa, sevgi ve saygı kavramını yüreğinde yeşertiyorsa, insani değerleri ön planda tutuyor ve toplumsal düşünüyorsa, yani açık ifadeyle yurttaşlık kimliğini ön plana çıkarıyorsa; İYİLİK kavramının içindeki her güzel ifadeyle taçlandırılır.

Kişisel çıkarlarını toplumun üstünde tutuyorsa, kin ve nefreti meslek edinmişse, ırkçılık, faşistlik ve çekememezlik ruhuna işlemişse, kul hakkını yiyorsa, insana ve doğaya karşı kötülük yapıyor ve bunu karakterine yazdırmışsa; KÖTÜLÜK kavramının bütün çirkinlikleri yüzüne yansır. Bir hiç olarak etrafına zarar vererek korkakça çırpınır durur.

Şöyle bir çevremize bakalım!

Herkesin kendine seçtiği bir yol var. Bu yol; insanı ya bataklığın içinde hep kirli işlerle uğraşmasına neden olur.

Ya da ruhunda yeşerttiği sevgi ve umut ışığıyla, toplumsal değerlerin öznesi ve gözdesi olur.

Bazen milletvekili, bazen belediye başkanı, bazen bir siyasetçi, ya da tüccar, tefeci, rantçı, yönetici konumunda olan insanlarla karşılaşırız.

Kimisi has bel kader Belediye Başkanı olmuş ve başında bulunduğu şehrin sorunlarıyla ilgileneceği yerde; çapsızlığını, vizyonsuzluğunu, beceriksizliğini gizlemek için ha bire etrafına laf yetiştirmeye başlar. İş yapamayınca bunu saklamak için gündem değiştirir, yalan dolanlarla rant peşinde koşar. Ne kadar da çirkin yüzünü saklamaya çalışsa da bunu gizleyemez. Toplum her şeyi gördüğü için, bu tür sülüklerin niyetini çok iyi bilir. Vatandaş bu tür yöneticilerin boş bir tenekeden ibaret olduğunu bilse bile, kral çıplak demekten imtina ettiği için bunlar kendilerini firavun sanırlar. Korkunun verdiği cesaretle saldırganlaşırlar. Korkunun verdiği cesaretle ellerine geçirdikleri saltanatın bozulmaması için her yolu mubah sayarlar. Gerçek yüzlerini hep entrikalarla gizlemeye çalışırlar. İnandıkları dinin temiz değerlerini de kötü uygulamalarıyla yozlaştırmaya çalışırlar.

Bazıları da, yine has bel kader milletvekili olmuş, ama adam olamamış türden yaratıklar…

Bunlar kendilerini karanlık ve huysuz ruh dünyalarında, ırkçılık ve yoz düşüncelerle beslemeye çalışırlar. Halk için, ülke için, vatan için hiçbir dertleri yoktur. Bir arada birlikte, barış ve huzur içinde yaşamak işlerine gelmez. Tek beklentileri her zaman kaos olsun ki, onlarda bu kaostan yararlanabilsinler. Bu tür çapsızlarda vizyon yok, insan sevgisi yok, insan hakkını, kul hakkını hiç bilmezler. Beceriksizliklerini gizlemenin yolunu çamur siyasetiyle geçiştirmek isterler. Toplum nezdinde hiçbir karşılıkları yoktur. Temsil ettikleri şehrin ve ülkenin sorunlarıyla hiç ilgilenmezler. İğne ucu kadar hiç kimseye faydaları da olmaz. Sadece yüzlerine yansıyan sevimsizlikleriyle sağa sola yalan yanlış bilgilerle laf yetiştirmeye çalışırlar. Toplumun kendilerini ne kadar basit gördüğünü pek anlamazlar. Çünkü bu tür gereksizlerin birde trolleri olur her zaman. Ağamsın paşamsın diye gaza getirirler. Korkak oldukları için hak, hukuk, adalet ilkelerine inanmazlar. Adaletin iyi işlediği yerde bunların esamesi bile okunmaz. Evet, korkak oldukları için demokrasi ve insan haklarına hiç inanmazlar. Yandaş olarak sırtlarını dayadıkları medya aracılığıyla yalan ve çamur siyaseti ile algı oluşturmaya çalışırlar. En sonunda çapsız ve sevimsizlikleriyle hiç var olmamış gibi yok olup giderler bunlar. Bazılarının ise, toplumun benliğinde zerre kadar izleri kalmaz…

Yine bazı siyasetçiler, doyumsuz tüccarlar, sevimsiz ve acımasız tefeciler, duyarsız vatandaşlar, sadece kendini yaşatmaya çalışan STK’cılar, imar rantçıları, arsa spekülatörleri, yoksulun, işsizin çaresizliğini göremeyen yöneticiler var. Bunlarda fırsatçı ve duyarsız tuzu kurular…

Birde İyi insanlar vardır…

Bunlar yaşadığı ülkeyi severler. Aynı yıldızların altında birlikte yaşadıkları dünyayı ve doğayı korumaya çalışırlar. Sevgi ve saygı yaşamlarının en önemli esin kaynağıdır. Hizmet üretirler. Yoksulun, garibanın, öksüzün yanında olmaya çalışırlar. Kötülerin şerrinden çekinir ama onları kendi gerçekleriyle baş başa bırakırlar. Ciddiye almazlar. Kötülerin korkaklıkları yüzünden bu kadar basitleştiklerini bilirler. Kin ve nefretin, kötü yaratıkları esir aldığını bildiklerinden dolayı ilgi alanlarına taşımazlar. Daha evrensel ve insan haklarına saygılıdırlar. Toplum kurallarını önemserler. Kul hakkını yemez, iftira atmazlar. İnsanların kardeş olduğunu bilir, bir arada birlikte ve adaletli paylaşarak yaşamak isterler. Irkçılık yapmaz ve bunu en büyük suç ve cehalet olarak görürler. Yurttaşlık bilinciyle hareket ederler. Şan şöhret, ihtişam ve ihtiras peşinde olmazlar. Yüzleri temiz, alınları açık, yürekleri sıcak, cepleri temizdir. Tehditten, şantajdan, baskıdan korkmazlar. İhanet, iftira, yalanlarla baş edebilecek kadar da mert, dirayetli ve kararlıdırlar.

Evet, hayat bir serüven. İyilerle kötülerin iç içe geçtiği bir dünyada yol alıyoruz.

Bu yol serüveninde herkes kendini bir yoklasın. Kendisini bir yüzleşme terapisine soksun ve sonra da aynaya baksın.

Aynada kendini bir yoklasın. Bu serüvenin neresinde olduğuna kendisi karar versin.

Gördüğünü açıklamasına da gerek yok. Kendisine saklasın! Ama bir defa temiz duygularla ve namusluca kendini yoklasın.

Namusluca baktığında, herkesin nasıl gördüğünü kendisi de bir kez olsun görmüş olur.

Korkaklar ve beceriksizler yalan dolanla yol almaya devam ederken, namuslu ve temiz yürekler umutlarını hiçbir zaman yitirmeden yollarına devam edeceklerdir.

Evet, bende bazen düşünüyorum. Bu kadar duyarsızlaşan bir toplumsal yapı içinde, bu kadar emek vermeye değer mi diye…

Yeni bir sorgulama sürecindeyim.

Acaba olup biteni biraz daha uzaktan mı seyretsem diye düşünüyorum...