Tüm dünya ülkelerini olduğu gibi, bölge ülkesi olmamız nedeniyle ülkemizi de çok yakından ve olumsuz bir şekilde etkileyen Ukrayna-Rusya Savaşı, geçtiğimiz Şubat ayının 24. Günü, Rus ordularının Ukrayna sınırlarını aşmalarıyla birlikte başladı. Başlangıçta, kimi uzmanlar ve çeşitli devlet adamları tarafından kısa sürede biteceği öngörülen bu bölgesel, düşük yoğunluklu ve kontrollü savaş, kendisinden önceki bütün savaşlarda olduğu gibi tahminlerin çok ötesinde uzadı. Ve 2022/Eylül ayı itibariyle de 8. Ayını doldurdu. Aradan geçen bu 8 aylık süre içerisinde savaşı bitirmek ve iki ülke arasında barışı sağlamak amacıyla başta Birleşmiş Milletler Örgütü olmak üzere çeşitli uluslararası örgütler nezdinde bazı iyi niyetli girişimler oldu. Ancak ne yazık ki bunların hiç birisi olumlu sonuç vermedi. Aksine, söz konusu bu vahşi savaş; halen kendi iç dinamiklerine göre gelişerek ve öngörülemeyen yeni boyutlar kazanarak varlığını sürdürmeye devam ediyor. Ve olağanüstü bazı sürpriz gelişmeler olmazsa, bir süre daha, yine aynı şekilde varlığını sürdürmeye devam edecek gibi de görünüyor. Doğal olarak savaş; normal ve sağlıklı hiçbir insanın taraftar olamayacağı, sonuçları itibariyle yıkıcı etkileri olan korkunç, acımasız ve zalim bir olaydır. Ünlü Fransız düşünür Jean Paul Sartre’nin çok güzel ve veciz deyimiyle “Savaşı zenginler çıkarır, yoksullar ölür.” Savaş, geniş halk yığınları için kan, ölüm, ateş, yıkım, zulüm, acımasızlık, açlık ve yoksulluk demektir. Nitekim, Küresel Kalkınma Merkezi’nin yapmış olduğu bir araştırmaya göre Ukrayna-Rusya Savaşı, dünyada gıda fiyatlarının aşırı pahalılaşmasına ve 40 milyon kişinin ise aşırı derecede yoksullaşmasına neden olacaktır. Nitekim Rusya ve Ukrayna hububatının sevkiyatında sıkıntılar yaşanması nedeniyle tüm dünyada gıda fiyatları, asıl olması gerekenden çok daha fazla artmıştır. Savaş; on binlerce masum insanın, hiçbir suçları ve günahları ve yapılan savaşlarla hiçbir ilgileri yokken, daha gençliklerine bile doyamadan, yaşamlarının baharında kitleler halinde bu dünyadan silinmeleri, gencecik erkek ve kadınların dul, küçücük çocukların öksüz ve yetim ve yüzbinlerce insanın, bir hiç mi hiç uğruna sakat kalmaları demektir. Daha dün Rusya Savunma Bakanlığı yapmış olduğu resmî açıklamada 5937 Rus askerinin öldüğünü açıklamıştır. Gayrı resmi kayıplar ile Ukrayna’nın asker ve sivil kayıpları ise bunlardan çok fazladır. Ekonomik, sosyal ve ahlaki yıkımın faturası ise her geçen gün daha da kabarmaktadır. Savaşa ilişkin en güzel ve en geçerli tanımlardan birisini de yaşamının büyük bir kısmını savaş meydanlarında geçirmiş olan ve savaş felaketinin dehşetini ve korkunçluğunu çok yakından tanıyan Mustafa Kemal Atatürk yapmıştır. Mustafa Kemal Atatürk’e göre; bir ülkenin varlığı, egemenliği ve tam bağımsızlığı ve bir halkın özgürlüğü, onuru ve geleceği yaşamsal derecede tehlikeye düşmedikçe savaş bir cinayettir. Bu nedenle, herkes ve hepimiz için Atatürk’ün belirttiği niteliklere uygun olamayan her türlü savaşa karşı çıkmak bir yurttaşlık ve insanlık borcudur. Hele sorumluluk ve karar mevkilerinde oturan devlet adamları ve yöneticilerin ise; ülkelerini mümkün olduğu kadar savaştan ve savaşın neden olacağı yıkım ve tehlikelerden uzak tutmaları gerekmektedir. Bu açıdan bakıldığında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, dün Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda yaptığı konuşmada, isim belirtmese bile dolaylı olarak Atatürk’e atıf yaparak “Yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesinden bahsetmesi son derece yerinde ve isabetli olmuştur. Uluslararası sorunların çözümünde göz önünde bulundurulması gereken en temel unsur ulusal çıkarlardır. Ulusal çıkarların diplomasi yoluyla ve barışçı yöntemlerle korunmasına her zaman özel bir önem verilmelidir. Bu saydığımız ilkeler, çağdaş, bilimsel ve uygar diplomasinin en basit ve en temel kurallarıdır. Ne yazık ki, bugün yaşadığımız ve uzadıkça yıkıcı etkileri daha da artan bu vahşi Ukrayna-Rusya Savaşı’nın baş aktörleri olan Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin de burada saydığımız bazı basit uluslararası ilişkiler ilkelerini göz ardı etmişlerdir. Basiretli ve sorumlu bir devlet adamı gibi davranamamışlardır. Ulusal ve uluslararası güçler dengesi hesaplarını doğru bir biçimde yapamayarak ülkelerine ve dünyaya çok büyük zararlar vermişlerdir. Ve halen de vermeye devam etmektedirler. Nitekim daha dün Ukrayna’nın Güney Doğusunda yer alan Donbas bölgesindeki Rus nüfusun yoğun olarak yaşadığı Donetsk, Luhansk, Herson ve Zaporijya eyaletlerinin halk meclislerinden yapılan açıklamada, bu eyaletlerin Rusya Federasyonu’na katılması için 23 ve 27 Eylül tarihleri arasında referandum yapılacağı ifade edilmiştir. Bu gelişme, uluslararası çevrelerde, Rusya’nın tıpkı daha önce Kırım’ı ilhak ettiği gibi bu bölgeleri de ilhak edeceği şeklinde yorumlanmıştır. Bu gelişmenin ardın Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Rusya’da 300 bin kişilik kısmi askeri seferberlik ilan ettiğini duyurmuştur. Aynı açıklamasında Putin, bu savaşa soydaşlarını kurtarmak için giriştiklerini ve savaşı kazanmak için gerekirse ellerindeki daha bugüne kadar kullanmadıkları tüm silahları kullanacaklarını da ifade etmiştir. Söz konusu bu açıklama, dünyadaki gerilim ve endişeyi arttırmıştır. Dünyada ayrıca, Uzak Doğu’da Çin ve Tayvan arasında, Orta Asya’da Kırgızistan ile Tacikistan arasında, Kafkaslarda Azerbaycan ile Ermenistan arasında ve Balkanlarda ise Sırbistan ile Kosova arasında çeşitli sınır anlaşmazlıkları ve çatışmalar yaşanmaktadır. Bu gelişmeler kimi uzmanlar tarafından yaklaşmakta olan bir 3. Dünya Savaşı’nın ayak sesleri olarak yorumlanmaktadır. Bu bağlamda, başta sorduğumuz “Ukrayna-Rusya Savaşı bir 3. Dünya Savaşı’na dönüşebilir mi?” sorusunun yanıtına gelince; kimse merak etmesin bugün itibariyle dünyada, 3, bir Dünya Savaşı’nın çıkması olasılığı ve tehlikesi yok denecek kadar azdır. Çünkü, daha önceki iki büyük dünya savaşından gereken dersleri çıkarmış olan özellikle ABD ve Avrupa ülkeleri, kendi toprakları üzerinde bir daha savaş çıkmaması için Birleşmiş Milletler ve Uluslararası Lahey Adalet Divanı gibi daha pek çok uluslararası örgütleri ve mekanizmaları oluşturmuşlardır. Bu ülkeler, bir dünya savaşının çıkmasına izin vermezler. Ancak silah endüstrisinin de varlığını sürdürebilmesi için savaşlara ihtiyacı vardır. Bu nedenle, dikkat ederseniz günümüzde etnik temele ve mezhep ayrımcılığına dayalı, düşük yoğunluklu bölgesel savaşlar hiç bitmemektedir. Biri bitince hemen ardından bir diğeri başlamaktadır. Silah endüstrisi bu savaşlardan beslendiği sürece de günümüzün savaşları, düşük yoğunluklu bölgesel savaşlar şeklinde yapılmaya devam edecektir. İşte tam da bu noktada, konvansiyonel silahlarla yapılan bir 3. Dünya savaşı çıkar mı, yoksa çıkmaz mı derseniz? Günümüzün post-modern dünyasında savaşlar çoktan biçim değiştirmiştir. Ve 3. Dünya Savaşı zaten ekonomik, teknolojik ve sibernetik alanlarda 7/24 hiç hız kesmeden, olanca acımasızlığı, korkunçluğu ve sömürücülüğü ile devam etmektedir.