Belirli bir coğrafyada veya sınırları belirlenmiş bir alanda küçük bir grubun veya kalabalığın zor kullanılarak kontrol edilmesiyle başlayan iktidar olgusu aynı zamanda insanlık tarihinin kanlı mücadelesidir. Araçlar ve yöntemler değişse de üstünlük kurma mücadelesi aralıksız devam etti.
İktidarı veya gücü elinde bulunduran aynı zamanda üretim araçlarının da sahibiydi ve belki de asıl amaç buydu. Tarım toplumunda ekine ve sapana sahip iken modern devlette üretim bandındaki bütün meta ’ya sahip oldu.
Modern çağda iktidar paylaşımı birden fazla güç odağının bir araya gelmesiyle sağlanabiliyor. Sermaye sınıfı, bürokrasi ve güvenlik ağı troykası devlet denilen kurumun asal güçleridir.
Devleti oluşturan bu üçlü organizmanın kendi içinde uyumlu çalışabilmesi için demokratik bir hukuk düzenine ihtiyaç duyuldu. Çağımızda bu hukuk düzenine sahip uluslar demokratik devletler olarak tanımlanırken, sahip olmayanlar ise totaliter ve/veya otokratik devletler olarak tanımlanmaktadır.
Demokrasinin olmadığı ülkelerde temel sorun iktidarı paylaşan troykanın yani sermaye sınıfı, bürokrasi ve güvenlik ağının güç kapma çatışmasıdır.
Bu güçlerden en önemlisi olan silahlı güvenlik ağının iktidara ortak edilmemesi demokratik ülke olma yolunda temel bir parametre olarak kabul edilmektedir. Evrensel hukuk normlarına, özgür seçilme ve seçme haklarına sahip olan rejimler silahlı gücün vesayetini ortadan kaldırdılar.
İkinci dünya savaşından sonra bütün dünyada başlayan iktisadi korumacı ekonomik modellerinde gücün merkezde konumlandığı bürokratik yönetim biçimleri, yerini 1980’lerin başında yeniden güçlenen neoliberalizm ile adem-i merkeziyetçi yapıya bırakmaya
başladı. Bu durum kuşkusuz daha çok liberal ve burjuva sınıf tarafından kontrol edilen devletlerde gerçekleşti.
İktidarı en önemli paydası üretim araçlarını elinde bulunduran sermaye sınıfıdır. Bu sınıf aslında iktidarın gücünü elinde bulunduran, onu kendi varlığı için dizayn eden, hatta hukukunu belirleyen en büyük mekanizmadır.
Politik iktidarlar tarihsel süreç içinde sermaye sınıfının gücünden, sermaye sınıfı da siyaset kurumunun kendisine tanıdığı imtiyazlarından faydalanmak istemiştir.
Liberal kapitalist üretim biçiminde sermaye sınıfı iktidarı kontrol eden en büyük ve vazgeçilmez güçtür. Bu ilişki biçimi kimi zaman devletin ekonomiye müdahale etmesine, kimi zamanda ekonominin özelleştirilmesini gerekli kılmıştır. Ancak reel olan, her iki durumda da sermaye sınıfının tarihsel olarak iktidar üzerindeki tahakkümünün var olduğudur.
Semeye sınıfı bu tahakkümü kurmak için yani politik güç haline gelmek için önemli bazı araçları kullanır.
Sermaye sınıfı iktisadi avantajlarını maksimum düzeyde tutmak uğruna bu araçları zaman zaman bir kalkan olarak kullanır.
İletişim ve enformasyon çağında iktisadi gücün yatırım yaparak devlete karşı kullandığı en önemli kalkan medyadır.
Demokrasilerde dördüncü kuvvet olarak kabul edilen medya, neoliberalizmin canavarlaştığı çağımızda, özellikle hukukun yetersiz olduğu Türkiye gibi ülkelerde sermaye sınıfının elindeki en büyük kuşatma aracıdır. Sermaye sınıfının iktidarla yaptığı iktisadi ortaklığın en büyük paklayıcısıdır.
Medya-sermaye gücü, iktidar erkini kuşatırken, politik iktidarın ait olduğu ideolojiye bağlılığını ve sadakatini göstererek görevini yerine getirir.
İşte bu sadakat ve bağlılığa latince‘’amor virtitus’’ Türkçe deyimiyle ‘’iktidar seviciliği’’ olarak adlandırılmaktadır.
Siyasi ve iktisadi krizin merkezinde bulunan Türkiye’nin amor virtitus’ları her zaman olduğu gibi görevlerini yapmaya devam ediyorlar.