İletişim Başkanlığı’nın geçen yıl yürürlüğe giren Basın Kartı Yönetmeliği’nin 8. maddesi açık:
“Basın kartı sahibi, medya faaliyeti dışında ticari faaliyette bulunamaz.”
Bu açık hükme rağmen, ne yazık ki sahada işler farklı yürüyor.
Kendini gazeteci olarak tanıtan bazı kişiler, kurdukları şirketlerle resmi kurum ve belediyelerde ihale kovalıyor; adeta arabuluculuk yapıyor. İş alamadıkları kurumlara, başkanlara ise sosyal medya üzerinden saldırıyor; adına da “gazetecilik” diyorlar.
Bu ne etikle, ne meslek onuruyla bağdaşır.
Gazetecilik bir onur mesleğidir. Kamu adına doğruyu araştıran, halkın gözü-kulağı olan bir meslektir. Ama bazıları kalemini ihaleye, haberini tehdide çevirdi. Kendini gazeteci diye tanıtan bu kişiler, ellerindeki yayın organlarını çıkar aracı haline getirdi. İşte en tehlikeli yozlaşma da burada başlıyor. Çünkü mesleğin onurunu ayaklar altına alan sadece onlar değil; onlara bu imkanı sağlayan kurumlar ve belediyelerdir.
Peki bu düzeni kim kurdu?
Değerli gazeteci dostum Mustafa Göktaş’ın “Varsa Basın Kartı İptal Edilmeli” başlıklı köşe yazısını okuyunca, kendisini aradım. Mustafa, yıllardır usulsüzlüklerin üzerine giden, bıkmadan kurum ve belediye ihalelerini araştıran, dürüst gazeteciliğiyle tanınan biridir.
Konuya ilişkin bilgi aldığımda, aktardıkları karşısında ben bile şaşırdım. Meğer bazı 'deve dişi' gazeteciler ellerindeki medya organlarını adeta tehdit unsuru gibi kullanarak, kimi zaman korkutarak, kimi zaman yağ çekerek yıllarca ihale almışlar.
Peki asıl sorun kimde?
Elbette gazeteciliği bırakıp işi ranta döken bu isimlerde. Ancak daha büyük sorumluluk, onlara bu zemini hazırlayan kamu kurumlarında ve belediye başkanlarında.
Gerçek gazetecilere ilan verirken eli titreyen, reklam bannerı için pazarlık yapan yöneticiler, sıra ihaleci gazetecilere gelince kaynakları seferber ediyor.
Bugün sosyal medyada dönen tartışmalar, tam da bu merkezde.
Bir kez daha altını çiziyorum:
Gazeteciliği namusuyla yapanların yanında durmazsak, kalemi rant için oynatanlar daha çok şeytanlaşır.