12 Eylül’ün Karanlık Hücrelerinden...

12 Eylül Askeri Darbesi’ne günler kala Rahim Öngel’le birlikte yakalanıp gözaltına alınmıştı. DEV-YOL’UN askeri kanat sorumlularıydı. Her ikisinin de adını biliyordum ama kendilerini tanımıyordum. Onlar benden çok önce yakalanmışlardı.

Abone Ol

Türkiye, 12 Eylül 1980 sabahı tank ve askeri cemse gürültüsü, faşizmin ağır korkusuyla uyandı. Cuntacılar, ülkenin üzerine karanlık bir örtü sererken, on binlerce devrimci, demokrat, sendikacı ve aydın, zindanlara dolduruldu. O günler yalnızca özgürlüklerin gasp edildiği değil, aynı zamanda insan onurunun çiğnendiği, bedenlerin kırıldığı, yok edildiği, ruhların sıkıldığı günlerdi...

Ben de o karanlık yıllarda, Mersin Emniyeti’nin hücrelerinden Akdeniz Bölge Komutanlığı Askerî Cezaevi’nden E Tipi cezaevine uzanan işkence dolu bir yolda, nice yiğit devrimcilerle tanıştım. Onlardan birisi de Hasan Togay’dı.

O’nunla, O dönem, emniyet’in hücrelerinde ve uzun süre birlikte kaldığımız askerî cezaevinde yollarımız kesişti. Mersin Emniyeti Birinci Şube Müdürü Ömer Güneş ve Komiser Hanifi Avcı’nın etrafında toplanan Komiser Yardımcısı Adem, Hamdi, Lisan, Talip gibi devrimcilerin kanına susamış işkenceci polislerin tezgâhından geçmişiz…

Mersin Emniyeti’nde gözaltında işkencede öldürülüp “kaçtı” süsü verilen Ali Uygur’un mezarını ortaya çıkardıktan sonra Benim de ölmekten tesadüfen kurtulduğum her gün ki uğrak yerim Meram Sineması katliamının hemen ardından gelen 12 Eylül Askeri Darbesi’ne günler kala Rahim Öngel’le birlikte yakalanıp gözaltına alınmıştı. DEV-YOL’UN askeri kanat sorumlularıydı. Her ikisinin de adını biliyordum ama kendilerini tanımıyordum. Onlar benden günlerce önce yakalanmışlardı.

20 Eylül 1980… Mersin Festivali açılış saatine yakın, Atatürk Parkına insanlar akıyor. Belediye Kooperatifine gelen polisler parmağımı kırarak zorla polis otosuna bindirdikleri gündü. Nişanlım Hülya’nın polisler arasından beni çekip almak için verdiği amansız mücadelesi gözümün önünde…

Mağazalar Karakolu’nun üzerinde Birinci Şube ve İkinci Şube müdürlükleri vardı. Hamdi ve Lisan, beni polis otosundan indirip karakolun üst katına çıkaran merdivenlerde tekmeleyerek, “Demokrat Vahap’ı getirdik!” diye bağırıyorlardı. Ne demek istediklerini o an anlayamamıştım.

Koridorda bekleyen İkinci Şube polisleri, “Onu önce bize verin!” diyerek beni içeri çektiler. Öyle bir kaba dayağa başladılar ki, Allah ne verdiyse… Yumruk ve tekme atmamış olanların sanki hakkı bende kalacakmış gibi saldırdığı bir linçti bu. Dakikalar süren meydan dayağının ardından siyasi polisler beni kendi koridorlarına alıp, oradan tek kişilik, 4-5 hücreli bir odaya soktular.

Yumruk ve tekmelerden uyuşmuş vücudum acıyı hissetmiyordu... Komiser Yardımcısı Adem, kalabalığın içinden “Bırakın onu bana!” diye seslendi. Beni boks torbası sandı. Sağ, sol kroşe… Direkt yumruklar… Mideme aparkatlar… Ama beni yere düşüremiyordu. Çıldırıyor, vurdukça daha da saldırganlaşıyordu. Hücrelerin bazılarından inleme sesleri geliyordu... Mazgal aralığından parlayan gözler, dayak yiyişimi izliyordu... Adem'e direnerek hücredekilere cesaret vermeliydim...

“Ben boks eğitimi aldım! Yumruk darbelerimden boğa yıkılır! Sen niye yıkılmıyorsun lan?” diye bağırıyordu. Amacını anlamıştım Komiser Yardımcısı Boksör Adem'in! Her yumruğundan sonra hareket çekecek, onu gülünç duruma düşüreceğim...

Devrimci fraksiyonların bez pankartları yerlere serili. Gözüm birine takıldı:

“Ali Uygur’un intikamını aldık — DEV-YOL”

Ali Uygur’un mezarını ortaya çıkaran gazeteci ben olduğum için, polisler benden elbette intikam alacaklardı. Ellerinde iken beni yere yıkıp, süründürmekti amaçları… Akıllı ve güçlü olmalıydım… Adem’in attığı her yumruktan sonra onu gülünç duruma düşürüp kendimi, filmlerde dayak yiyen figüranlar gibi pankartların üzerine atıyordum. Adem azgın boğalar gibi bağırıyor. Az önce o kadar yumruk yedin yıkılmadın şimdi her yumrukta uçuyorsun” Benimle dalga mı geçiyorsun!” diyerek azgınlığını sürdürüyordu…

Uzun süren meydan dayağının ardından, koridorun sonundaki pencere demirinin en üstüne doğru, kolumdan kelepçeyle adeta askıya alındım. Ta ki Komiser Ahmet Sarı, beni görünceye kadar... Kırık parmağım ağrıdan zonkluyor…

İşte o an yan hücrelerde, Rahim Öngel’le birlikte hepimizin aklını yitirecek derecede işkence gören Hasan Togay’da vardı…

Bugün geriye dönüp baktığımda, 12 Eylül yalnızca o günün insanlarını değil, gelecek kuşakları da yaralayan bir karanlıktı. Biz o karanlıkta dayak, işkence ve zulüm gördük ama boyun eğmedik…

12 Eylül’ü unutmadık, unutturmayacağız!

Yiğit devrimciler anısına…