‘’laboratuara girerken inançlarını bir ceket gibi dışarıda bırak’’
Claude Bernard
Entelektüel kavramının, daha doğrusu entelektüel tipolojisinin ne zaman tarih sahnesine çıktığıyla ilgili çok sayıda görüş olmakla beraber,benim dikkate değer gördüğüm görüş Ortaçağ’da Entelektüeller adlı çalışmasında Le Goff’un yaptığı dönemsel tariftir.Le Goff, entelektüelin çıkışını Ortaçağ’dan,yani modernite döneminden önceye dayandırır.O’na göre kavramın konuşulmaya başlandığı dönem ise kent okullarının eğitim verdiği 13.yüzyıldır.(Jaques Le Goff.Ortaçağda Entelektüeller.Doğu Batı Yay)
Entelektüel kimdir sorusuna Le Goff şöyle yanıt verir; “düşünmeyi ve düşüncelerini öğretmeyi meslek edinmiş kimseler’’ der. Ahmet Cevizci’ye göre ise entelektüel; “düşünsel veya zihinsel etkinliğe yönelmiş, bilgili, değerlendirme ve eleştiri gücü yüksek, topluma öncülük etme misyonunu yüklenen kişi”dir.(Cevizci Ahmet. Felsefe Tarihi 2022)
Nereden bakılırsa bakılsın, genel olarak, entelektüel tanımında çıkarılacak anlam,onun kendi içinde otoriteye karşı olan itirazın varlığıdır.Bu itiraz pratikte anlam kazanırsa ancak ,ontolojik olarak entelektüelden söz edilebilir.Burada bir hatırlatma yapmakta yarar görüyorum.Aydın ve entelektüel kavramı arasında fark olsa da,bu yazıda entelektüel için yapılan eleştirileri aydınlar için de geçerli olacaktır.
Toplumsal değişimin temel dinamiğinde entelektüelin varlığı Skolastik çağın bitiminden günümüze kadar merkezi bir kuvvet olmuştur. Bu bağlamda, Aydınlanmanın ölçütü toplumun entelektüel potansiyeli ile direk ilişkilidir.
Modern çağda entelektüelin itirazcı misyonu üzerinde spekülasyonlar yapılsa da, bize göre bu sınıf üzerinden yapılan eleştiri ve değerlendirmeler daha çok globalizmin bir bakıma sonucu olan ve içinde bulunduğumuz yüzyılın son yarım döneminde ortaya çıkan postmodern çağda yoğunlaşmıştır.
AYDIN İHANETİ
Aydın/entelektüle yapılan eleştirilirde son zamanlarda ismi öne çıkanların başında Julien Benda gelmektedir. Benda’nın Aydınların İhaneti kitabı için Edward Said önemli bir tespit yapar; ‘’Benda’ya göre, aydınların hakikat duygusu artık zayıflamıştır. Onlar, şimdilerde siyasi ihtirasların güdümündedirler. İktidarın muhalif görünen sözcüleridir. Esasen kendi gruplarının çıkarlarını kollamak adına da sonsuz bir kin ve nefret duyarlar.
“Benda’nın anlattığı entelektüeller alelâde insanlar ya da sıradan okumuşlar gibi maddi kazançla ilgilenmezler. Şahsi çıkar peşinde koşmak, ikbal ve mevki gayreti içinde olmak onların işi değildir. Onlar siyasal iktidarın yakını olmak için el etek öpmezler. Güçlünün uydusu değil, zayıfın savunucusudurlar. Zengin sofralarından yemlenmek için şaklabanlık yaparak kralın soytarısı rolüne soyunmazlar ... Siyasal iktidarın kusurlarını, otoriteyi kötüye kullanmasını kınarlar ve bunu topluma haykırırlar. Onlar, iktidarın hizmetlisi değildir. ...Onlar satılık değildir, kalemlerini de ödünç vermezler. İşte, bu kabilden özelliklerle bezediği entelektüellerin dönemin siyasi gelişmeleri karşısında ilkesiz davranışlarının yarattığı infialle.Benda’nın aydınlara yönelik bu eleştirinin nedeni,O’nun bir Yahudi olarak Nazilerin zulmüne tanıklık etmiş olmasıdır.
Benda’ya burada hak vermemek mümkün değildir elbette. Zira Nazilerin yapmış olduğu soykırımın düşünce taşıyıcıları Alman romantizminin etkisiyle onlara destek vermiş Alman aydınların sayısı oldukça fazladır. Bilindiği gibi Kant ve Heideger Alman ulusunun radikalleşmesini savunan önemli filozoflardır.Etno-ulusun oluşmasında Alman idealizmin günahı büyüktür.
Aydına yönelik eleştirileri içinde bulunduğumuz hakikat sonrası çağda da fazlasıyla görmekteyiz.Bu dijital-enformasyon çağın ürettiği yeni nesil ‘’demokrasi maskeli’’ otoriter rejimler karşısında aydınlar tepkisiz ve ilgisizdir.
Yılanın herkese dokunma ihtimali giderek artıyor.Dünya’da ve Türkiye’de aydın/entelektüel kendi konfor alanını terk etmemekte ve pragmatist davranmaktadır.
Aydının pragmatist ve kendi ideolojik paradigmasından otoriteye gösterdiği tepki için verilecek en uygun örnek Kürt ve Ekrem İmamoğlu sorunları karşılaştırılması olabilir.
Yaklaşık yarım asırdır süren Kürt meselesinde Türkiye’de aydınlar iyi sınav vermemiştir. Devletin asıl sorunu gizlemek için kullandığı ‘’terör paravanı’’, ve’’beka’’ benzeri hassas kavramlar karşısında aydınlar iktidar dilinin çekim alanından çıkamamıştır. Terör sorunu ile demokrasi sorununu birbirinden ayırmak gerektiği konusunda kamuoyu aydınlatılamadı. Sol ve merkez sol bu nedenle Kürtlere yapılan antidemokratik uygulamalar ve özellikle kayyımlar karşısında yeterli tepki göstermemiştir.
Gelelim ikinci,yani Ekrem İmamoğlu ve CHP’ye yapılan baskı ve muhalefeti imha sorununa.
Bu sorun için yapılan tartışmalara bakılırsa,Kürt siyasi oluşumu olan DEM ve kürt aydınların CHP ve Ekrem İmamoğlu’na yönelik yapılan kuşatmaya mesafeli davrandığı yönünde.Bu konuda DEM’in iktidar ile sürdürdüğü yeni barış sürecinin akamete uğramaması yönünde bir hassasiyetinin olduğu açıktır.
Ancak burada bir tespiti yapmak durumundayım. İktidar sanırım Türkiye’den ayrı Kürtlere özel bir demokrasi paketi hazırlamayacaktır. Kürt sorunu demokrasinin olduğu bir Türkiye’de çözülebilir. Nitekim son günlerde hazırlanan yeni infaz kanununda İktidar ile DEM ile anlaşmazlığa düştüğünü hep beraber gördük. Erdoğan’ın Kürt sorununu Türkiye’nin genel siyasetinin dışında tutma çabası, yeniden cumhurbaşkanı olabilmesi için meclise yönelik bir aritmetik hesaplamadır.
Nice badireler atlamış kürt siyasi cenahın bunu görmemesi imkan dâhilinde değildir.