Türkiye’nin deprem gerçeği

Abone Ol

Yaşamın yalın ve acı gerçekliği budur işte. Günlük yaşantımızı, bugünümüzü ve yakın geleceğimizi düzenlemek için ne kadar gerçekçi öngörülerde bulunursak bulunalım, ne kadar akılcı planlamalar yaparsak yapalım, yaşamın doğal akışı içerisinde her zaman, daha önce öngöremediğimiz, hatta aklımızın ucundan dahi geçiremediğimiz acı ve tatlı bir yığın sürprizle karşılaşabiliriz. Bu sürprizler bazen, tarihin kaydettiği en büyük doğal afetlerden biri olarak da karşımıza çıkabilir. 06 Şubat 2023 sabahı, Türkiye’nin doğal afetler tarihine yazılan kapkara bir gün olarak işte tam da böyle oldu. Sabah saat 04:17 sularında bugüne kadar eşi ve benzeri görülmemiş büyük bir sarsıntıyla yataklarımızdan fırladık ve sokaklara döküldük. Mersin ve Tarsus caddeleri, korku ve panik içerisinde oradan oraya koşuşturan yurttaşlarımız ile dolmuştu. Herkes olayın ilk şokunu atlatıp neler olup bittiğini anlamaya çalışıyordu. Gelen ilk haberler, çok büyük bir felaketle karşı karşıya kaldığımız bilgisini veriyordu. Kahramanmaraş ilimizin Pazarcık ilçesinde 7,4 şiddetinde bir deprem meydana gelmişti. Ve Söz konusu bu deprem, Güney ve Güneydoğu Anadolu bölgelerimizde yer alan 10 ilimizde de çok büyük bir yıkıma ve felakete neden olmuştu. Olay henüz sıcaklığını koruyor. Bu nedenle deprem bölgesinden, depremin yeni yeni artçı depremlerinin meydana geldiğine ilişkin haberler gelmeye devam ediyor. Uzmanlar, bu artçı depremlerin bir müddet daha aynı şekilde süreceğine ilişkin bilgiler veriyorlar. Şu an için deprem nedeniyle meydana gelen can kayıpları, yıkımın boyutları, fiziki, maddi ve manevi zararları konusunda yeterli bilgiye sahip değiliz. Bir süre sonra hasar tespit çalışmaları tamamlanacak ve yıkımın boyutları bir şekilde ortaya konulacaktır. Ancak şu an için söyleyecek olursak; tarihimizin en büyük doğal afetlerinden ve felaketlerinden birisiyle karşı karşıya kaldığımızı belirtmemiz abartılı bir söylem olmayacaktır. Yazımın girişinde, günlük işlerimizi düzenlemek için öngörülerde bulunmamızın ve planlamalar yapmamızın her zaman da yaşamın gerçeklikleriyle örtüşemeyebileceğini belirtmiştim. Bu ifademle, öngörülerde bulunmanın ve planlamalar yapmanın yararlı olmadığı ve bunun nafile bir çaba olduğu gibi son derecede yanlış bir algılamaya neden olmak istemem. Aksine, öngörülerde bulunmak ve planlamalar yapmak her zaman ve her konuda yaşamsal derecede önemli bir iş ve uğraştır. Eğer doğru öngörülerde bulunursanız zamanında ve doğru önlemler alabilirsiniz. Eğer elinizde, bilimsel ölçütlerle hazırlanmış çok seçenekli planlarınız varsa; belki bu planlarla doğal afetleri önleyemezsiniz ama, bu planlar yardımıyla doğal afetlerin verdiği zararların üstesinden daha kolaylıkla, daha az hasarla ve daha başarılı bir şekilde gelebilirsiniz. Yaşadığımız bu felaket bir kez daha göstermiştir ki, ne yazık ki bizim ülkemizde, bazı bilim insanlarımızın öngörülerine önem verilmemektedir. Çeşitli televizyon haberlerinden öğrendiğimize göre, yerbilimci Prof. Dr. Naci Görür, yaptığı bazı çalışmalarda bu bölgede böyle bir depremin meydana geleceğini önceden belirtmiştir. Ancak bu uyarılar, ne yazık ki dikkate alınmamıştır. Ülkemizde çeşitli kurumların afet planları vardır. Ancak, televizyonlarımıza yansıyan görüntü ve yakınmalardan bu afet planlarının da ne yazık ki yine hayata geçirilemediği ve kâğıt üzerinde kaldığı anlaşılmıştır. Şu cümleyi söylemek için artık yer bilimci olaya gerek yok. Yaşadığımız büyük felaketler ve acı deneyimler dolayısıyla artık hepimiz çok iyi biliyoruz ki; Türkiye, bir depremler ülkesidir. Bugüne kadar meydana gelen depremler ve bundan sonra da İstanbul depremi ve Marmara depremi gibi olması beklenen depremler de Türkiye’nin acı ama kaçınılmaz bir gerçeğidir. Peki nasıl oluyor da bütün bu gerçekler herkes tarafından çok iyi bilinmesine rağmen ülkemiz depremlere hazırlıksız yakalanıyor ve depremlerin yarattığı tahribatlar, can ve mal kayıpları bütün öteki ülkelerden çok daha fazla oluyor? Artık bu, jeoloji biliminin derinliklerinde kalmış bilimsel bir sır değil. Bütün yer bilimciler ve duyarlı yurttaşlar, depremin öldürmediğini, çürük binaların, plansız, alt yapısız ve çarpık kentleşmenin öldürdüğünü çok iyi bir şekilde biliyor ve dile getiriyorlar. Evet deprem öldürmüyor ama, çürük binalar öldürmeye hala devam ediyor. Acı ama gerçek. Yaşadığımız bu felaket bir kez daha bizim yaşadığımız 1999 İstanbul depreminden, Düzce, Elâzığ, Bingöl ve İzmir depremlerinden hiçbir ders almadığımızı acı bir şekilde gösteriyor. Rant hırsıyla 15-20 katlı 30 katlı binalara rahatlıkla ruhsat veriliyor. 1999 depreminden sonra bir deprem yönetmeliği çıkartıldı ama, bu depremde yıkılan binalardan açıkça anlaşılıyor ki bu yönetmeliğe layıkıyla uyulmuyor. Bir yönetmeliği olmasına rağmen ne yazık ki, binalar yapılırken bina temellerinin jeolojik zemin


2 / 2

etütleri ve inşaat denetimleri de sağlıklı bir şekilde yapılmıyor. Malzemeden çalan müteahhitlere gereken yaptırımlar uygulanmıyor. Oy ve rant kaygısıyla sık sık çıkarılan imar afları ise sağlıksız, çürük ve kaçak yapıların yapılmasını özendiriyor. Bütün bu olumsuzluklar da ne yazık ki, ülkemizde meydana gelen depremlerde ortaya çıkan can ve mal kayıplarının olması gerekenden çok daha fazla olmasına neden oluyor. Üstüne üstlük bir de ülkemizde sorumlulardan hesap sorulması ya da sorumluların hesap vermesi gibi bir alışkanlık ve gelenek de yoktur. Depremlerden sonra bir iki küçük müteahhit yargılanıyor. Sonra da herkesin yaptığı yanına kar kalıyor. Bir süre sonra olaylar unutularak üzerine sünger çekiliyor. Televizyonları izlerseniz, sanki geçmiş depremlerdeki aynı manzaralar, aynı basma kalıp başsağlığı mesajları ve aynı vaatler birbirinin kopyası gibi anlamsız bir şekilde kendi kendisini tekrar ediyor. Ne yazık ki bütün bu vaat ve taziyeler, hiçbir yaraya merhem olmuyor. Her zaman olduğu gibi yine ateş düştüğü yeri yakıyor ve yaktığı yerde kalıyor. Bu bir ulusal felakettir. Ulusumuzun acısını paylaşıyor, başsağlığı ve dayanma gücü diliyorum.

MEÜ. E. Öğr. Gör. Uzm. Celal TEZEL