Ünlü Alman yazın ve düşün adamı Johann Wolfgang Goethe, “Her şey zamanla telafi edilir ama, zaman hiçbir şeyle telafi edilemez” diye ne de güzel söylemiş. İşte, hiç geçmeyecekmiş sandığımız zaman, tıpkı bu sözdeki gibi telafi edilemeyecek şekilde, büyük bir hızla aktı ve geçip gitti. Sadece siyasal alanda yaşadıklarımız açısından dahi düşünecek olursak; geçen yıl ortasından itibaren tartışmaya başladığımız seçimler yapılacak mı, yoksa ötelenecek mi? Seçimler erkene mi alınacak, yoksa süresinde mi yapılacak? Ya da seçimler hangi tarihlerde, hangi kanunlarla yapılacak? Veya seçimlere hangi adaylarla, hangi ittifaklarla ve nasıl girilecek? Şeklinde sorduğumuz sorular etrafında yürüttüğümüz ucu açık münazaralar bile çok gerilerde kaldı ve unutuldu. Nihayet, milletvekilleri genel ve Cumhurbaşkanlığı birinci tur seçimleri geçtiğimiz 14 Mayıs Pazar günü yapıldı. Cumhurbaşkanlığı birinci tur seçimlerinde hiçbir aday, yasanın öngördüğü %50+1 çoğunluğunu sağlayamadığı için seçimler ikinci tura kaldı. Ve böylece seçim sürecinde en son ve en zorlu dönemece girilmiş oldu. Önümüzdeki 28 Mayıs Pazar günü ulus olarak sandık başına gideceğiz ve önemli bir yurttaşlık görevini yerine getirerek ülkemizi önümüzdeki beş yıl boyunca yönetecek olan Cumhurbaşkanını ve siyasal iktidarı belirleyeceğiz. Ve böylelikle 2023 yılı seçim süreci de tamamlanmış olacak. Doğal olarak, iyisiyle kötüsüyle, günahıyla sevabıyla, doğrusuyla yanlışıyla yaşanmış olan bu seçim süreci için yapılacak olan nice eleştiriler, yazılacak olan nice olay ve öyküler, söylenecek olan çokça sözler ve alınacak olan nice ibretler vardır. 2023 Seçimleri sürecinde, siyaset bilimciler için örnek olay niteliği taşıyan pek çok orijinallikler yaşanmıştır. Ve bu süreçte, siyasi partiler ve ittifaklar arsında oynanan çok yönlü siyasal satranç oyunları, atraksiyonlar ve entrikalar, siyasi hırsla ve büyük bir açgözlülükle yapılan menfaat ve çıkar pazarlıkları, koltuk ve iktidar savaşları, yine siyaset bilimciler için adeta canlı bir laboratuvar ve inceleme alanı oluşturmuştur. Elbette, bu çok yönlü siyasal araştırma ve incelemeler yapılacak ve her biri alınacak çok önemli bir siyasal ders niteliğindeki araştırma sonuçları kamuoyu ile de paylaşılacaktır. Ama şimdi, bunun için henüz çok erkendir. Çünkü şimdi, bütün bu iç hesaplaşmaları, eleştirileri, dargınlık ve küskünlükleri geleceğe erteleyip sandığa odaklanma ve elde edilecek siyasal başarılar için canla ve başla ve geceli ve gündüzlü çalışma zamanıdır. Bilindiği üzere iki turlu bir seçim, Türk siyasal hayatında ilk defa yaşanmaktadır. Bu nedenle halkımız, bu tür bir seçimin etkilerini ve sonuçlarını henüz, yeni yeni gözlemeye ve öğrenmeye çalışmaktadır. Bu sistemde, ilk turda alınan sonuçlar, ikinci tur için bir fikir vermekte ve değerlendirme yapılmasını sağlamaktadır ama, sistemin bir gereği olarak ikinci tur tamamen bir referanduma dönüşmektedir. Bu nedenle ikinci tur seçimleri hiç kimse için garanti değildir. İkinci turda sandıkların kurulacağı güne kadar geçen süre, adeta bir psikolojik savaşa dönüşmektedir. Bu açıdan bakıldığında birinci tur sonuçları, Millet İttifakı seçmenleri üzerinde adeta soğuk bir duş etkisi yapmıştır. Bir şekilde, hayal kırıklığına uğramış olan bu seçmenlerin hızla motive edilerek sandığa götürülmelerinin ve yeni ittifaklar kurularak seçmen tabanının genişletilmesinin yolları mutlaka aranmalı ve bulunmalıdır. Dünya örneklerine baktığımızda, iki turlu seçimlerde, seçimleri genel olarak ilk turu kazanan adayın kazandığı görülmektedir. Ancak, ilk turda sandıktan ikinci olarak çıkan adayın ikinci turda kazandığı çok sayıda örnekler de mevcuttur. Demek ki, yapılacak olan çalışmalara, kurulacak olan ittifaklara ve gösterilecek olan performansa göre sandıktan birinci olarak çıkmak en azından matematiksel olarak mümkündür. Konuyu seçmen davranışları açısından açıklamaya çalışacak olursak; seçmen, ya da adına kısaca halk dediğimiz sosyolojik terim soyut bir kavramdır. Seçmen davranışları, içinde bulunulan yere, zamana ve mekâna göre değişiklikler gösterebilmektedir. Kısacası seçmen ya da halk dediğimiz insan topluluklarının siyasal davranışları değişkendir. Bu insan toplulukları bazen akıl ve mantıklarıyla, bazen de takım tutar gibi duygularıyla ve irrasyonel olarak kararlar verebilmektedirler. Halkın büyük bir çoğunlukla bir liderin ya da siyasal partinin peşinden gitmesi, o liderin ve siyasal partinin her zaman doğru ve haklı olduğu, halkı için her zaman iyi ve güzel şeyler yaptığı anlamına gelmemektedir. Hatta bu liderler bazen halka büyük zararlar da veriyor olabilmektedirler. Örneğin Almanya’da Hitler ve İtalya’da Mussolini de halk oyuyla ve halkın büyük bir desteğiyle iktidara gelmişlerdir. Bizim siyasi tarihimizde İttihat ve Terakki Partisi liderleri, Enver, Talat ve Cemal Paşalar da oyla ve halk desteğiyle iktidara gelmişlerdir. Ama halklarını, büyük felaketlere ve yıkımlara uğratmışlardır. Halk kitleleri yanlış tercihler yaparak yanlış seçimler yapabilirler. Ama yaptıkları bu yanlışın faturasını da mutlaka, çok büyük ve çok pahalı bedeller karşılığında, çok büyük zorluk ve yoksunluklar içeresinde çok kalitesiz bir yaşamı sürdürmek zorunda kalmak suretiyle öderler. Ve büyük bir çoğunlukla ödedikleri bu ağır bedelin farkına bile varamazlar. Yaşadığımız bu seçim sürecinde halkımız adeta bir karpuz gibi ortadan ikiye bölünmüştür. Halkımızın %50’ye yakın büyükçe bir kısmı aklı ve mantığıyla gerçekçi bir şekilde değil, çoğunlukla din inançları doğrultusunda duygularıyla karar vermiştir. Halkımızın kutsal din inançları ve manevi değerler sistemi elbette ki saygıdeğer ve dokunulmazdır. Ancak bu kutsal din inançlarının bazı durumlarda siyasete karıştırılması ve bazı uyanık siyasetçiler tarafından suistimal edilerek sömürülmesi halk için çok zararlı sonuçlar verebilmektedir. Halkımızın %50’ye yakın diğer büyükçe bir kısmı ise aklı ve mantığıyla ve kendileri ve çocukları için gelecekteki yüksek beklentileri doğrusunda karar vererek seçimlerini yapmışlardır. İşte ikinci tur seçimler bu iki kesim arasındaki bir referanduma dönüşmüştür. Ülkemizin özellikle ekonomik alanda çok büyük ve çok önemli sorunları vardır. Bunlar arasında ilk anda aklımıza gelenler şunlardır: KKM Hesaplarının Merkez Bankasına ve Hazineye yüklediği yükün toplam faturası 200 milyar doları aşmıştır. Cari açığımız rekor kırmaktadır. Bir yılda ödenecek dış borç miktarımız 200 milyar doların üzerine çıkmıştır. TCMB rezervi ise eksi 78 milyar doları bulmuştur. Bütçe açığı müthiş bir rekor kırmış olmasına rağmen Hazine ise neredeyse tamtakır vaziyettedir. Seçim sonrasında yeni vergi düzenlemeleri yapılarak dağıtılmış olan seçim rüşvetlerinin misliyle geri alınması hazırlıkları yapıldığına ilişkin duyumlar alınmaktadır. Bankaların faiz yükü artmaktadır. KKM’nin bankalar üzerindeki faiz yükü 40 milyar doları bulmuştur. Ciddi ekonomistler tarafından, Erdoğan'ın görevde kalması halinde ülkemize olan dış kaynak girişinin sınırlanacağı yönünde yorumlar yapılmaktadır. Uluslararası finans piyasalarında Türkiye'nin risk primi her gün yeni rekorlar kırarak yükselmektedir. Enflasyon günden güne daha da artmaktadır. Döviz arzında yaşanan bu kıtlık reel sektörü ciddi biçimde zorlamaktadır. TL'nin değerindeki düşüş bir türlü durdurulamamaktadır. Bu ortamda yeni yatırımların yapılmasını beklemek her geçen gün daha da zorlaşmaktadır. Ekonomiye ve finans sistemine yapılan günlük müdahaleler, ekonomideki belirsizlik ortamını artırmakta ve ekonomik çevreleri ise adeta karar veremez hale getirmektedir. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı'nın açıkladığı verilere göre devletten yardım alanların sayısı neredeyse 25 milyon kişiye ulaşmıştır. 2020 yılı itibarıyla devlet yardımı alan yoksul hanelerde yaşayanların sayısı 11 milyon 370 bin kişiyi bulmuştur. Bu rakamlar ülkemizin giderek daha da yoksullaşan bir ülke haline gelmekte olduğunu göstermektedir. Ekonomideki bu ağır tablodan “ezan, bayrak, terör, seccade ve beka” gibi soyut söylemlerle çıkılamaz. Bunun için akılcı, gerçekçi, doğru ve bilimsel ekonomik politikaları bilinçle ve kararlılıkla uygulayacak ehil, liyakatli ve idealli kadrolara ihtiyaç vardır. Pazar günü çok büyük bir katılımla sandıklara gidelim. Elimizi vicdanımıza koyalım. Oylarımızı, aklımızın ve vicdanımızın sesini dinleyerek, çocuklarımızın, gençlerimizin ve ülkemizin güzel ve mutlu yarınlarını düşünerek kullanalım. Umalım ki, akıl ve bilim galip gelir. Pazar günü saat 17.00’den sonra açılacak olan seçim sandıklarının sonuçlarını heyecanla beklemeye koyulurken; sözlerimizi, eski siyasetçilerin Erzurumlu İbrahim Hakkı’dan alıntılayarak dile getirdikleri bir deyişle noktalayalım. “Sen adli zulüm sanma// Teslim ol nâra yanma//Sabr et, sakın usanma//Mevlâ görelim neyler//Neylerse, güzel eyler.”

MEÜ. E. Öğr. Gör. Celal TEZEL