Ülkemizde, yaklaşık olarak 30 yıldan beri aynı ölçümleri yapan uzman bir kuruluş olan Türk-İş’in araştırma birimi, 2022/eylül ayına ilişkin temel gıda ve ihtiyaç fiyatlarına göre aylık açlık ve yoksulluk sınırları araştırması sonuçlarını geçtiğimiz 28 Eylül 2022 Çarşamba günü açıkladı. Yapılan bu araştırmaya göre, Türkiye’de, dört kişilik bir ailenin yoksulluk sınırı 23 bin 599.-TL ve yine dört kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken asgari aylık gıda harcaması tutarı, yani açlık sınırı ise 7 bin 245,18.- TL olarak hesaplandı. Bunlar sadece kâğıt üzerinde ve söylemde kalan uçuk ve fantastik hesaplamalar değil. Hepimizi çok yakından ilgilendiriyor. Çünkü bu rakamlara göre ayda hanesine 23 bin 599.-TL girmeyen hane halkı yoksul ve 7 bin 245,18.- TL gelir elde edemeyen hane halkı ise, artık açlık sınırında sayılıyor. Yine söz konusu aynı açıklamada yer verilen “Tüm bu olumsuz sonuçların maaşlı, ücretli, yevmiyelilere yansıması ücretlere zam yapılarak bertaraf edilmeye çalışılıyor. Lakin Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası'nın beklentileri çıpalayamadığı bir ortamda enflasyon beklentisi gerçekleşen enflasyonla şekilleniyor. Bu da kendi kendini besleyen bir enflasyonist atmosfer yaratıyor” saptamaları ile de ülkemizde; zaman zaman inişli çıkışlı bir seyir izlese de yaklaşık olarak 45 yıldan beri yüksek oranlarda seyreden enflasyon olgusu, Türkiye’de ortaya çıkan bugünkü olumsuz ekonomik tablonun asıl ve en önemli nedeni olarak değerlendiriliyor. Gerçekten de ülkemizde, özellikle ekonomik alanda yaşadığımız şu son üç yıllık sürece bakıldığında; bir türlü düşürülemeyen ve giderek daha da yükselme eğilimi gösteren enflasyonun yarattığı istikrarsızlık, rahatsızlık ve verdiği zararlar konusu üzerinde hemen hemen tüm kesimler arasında adeta bir görüş birliği oluşmuştur. Ve tam bir oydaşma (konsensus) meydana gelmiştir. Bu durum, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati ve Merkez Bankası Başkanı Şahap Kavcıoğlu gibi en üst düzey yöneticiler tarafından da her ortamda dile getirilmektedir. Aynı şekilde tüm muhalefet liderleri, sendika, dernek ve odalar gibi kimi sivil toplum örgütü temsilcileri, kimi ekonomistler ve sokaktaki hemen hemen tüm sade yurttaşlar da enflasyonun varlığından ve yüksekliğinden yakınmaktadırlar. Ve bu yakınmalarını her fırsatta dile getirmektedirler. Enflasyon konusundaki görüş ayrılıkları yalnızca, enflasyonun nedenleri, ne zaman, nasıl ve ne oranda düşürüleceği, enflasyonu düşürmek için hangi yol ve yöntemlere başvurulması gerektiği konuları üzerinde ortaya çıkmaktadır. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, enflasyonun 2023/Şubat ayından itibaren düşeceğini çeşitli vesilelerle dile getirmektedir. Buna karşın Hazine ve Maliye Bakanı Sayın Nebati ise, enflasyonun 2022 yılının son aylarında düşeceğini belirten açıklamalarda bulunmaktadır. Muhalefet partilerinin her birinin, enflasyon sorununun çözümüne yönelik çok farklı ve birbirinden değişik çözüm önerileri de vardır. Ancak, özellikle de siyasal iktidara mensup kimi yetkili ve görevlilerin somut bir ekonomik istikrar önlemleri paketi veya tutarlı bir mücadele modeli ortaya koymadan, sadece soyut biçimde “Dünyada da enflasyonun yüksek seyrettiği ve enflasyonla mücadele edilerek eninde sonunda enflasyonun düşürüleceği” şeklindeki bazı afaki açıklamaları, ülkemizdeki, artık kronik hale gelmiş olan yüksek enflasyonun düşürüleceği ya da kontrol altına alınacağı yönünde hiçbir umut vermemektedir. Bu çeşit umut vadeden ve içi boş bir söylemden öteye gidemeyen süslü açıklamalar ne yazık ki, ülkemizdeki yüksek enflasyon gerçeğini ortadan kaldırmaya yetmemektedir. Esasen bazı siyasetçiler, ekonomistler, gazeteci ve yazarlar arasında bilimsel bir uzmanlık konusu olarak tartışılan yüksek enflasyon; bu tartışmaların tamamen dışında, işinde gücünde ortalama sade yurttaşlarımızın, sabit gelirli işçi, memur ve emeklilerimizin, düşük ve dar gelirli yoksul halk yığınlarının günlük yaşamına; temel ihtiyaç mallarına her gün yapılan yüksek oranlı zamlar, hayat pahalılığı, geçim sıkıntısı ve nihayetinde yoksulluk olarak yansımaktadır. İşte enflasyondan asıl zararı, enflasyon nedeniyle kaybettiği varlığını ve satın alma gücünü üzerine yansıtarak satabileceği bir mal ve hizmete ve servete sahip olmayan bu yoksul ve sabit gelirli geniş halk kesimleri görmektedir. Yüksek enflasyon bunların üzerine adeta oturmakta ve hayatlarını çekilmez hale getirmektedir. Türkiye’de çok uzun yıllardan beri yüksek seyreden enflasyon, deyim yerindeyse adeta bir canavara dönüşmüştür. Uygulanan ekonomik sistemin tüm dengelerini bozmuştur. Başlıkta sorduğumuz sorumuzun yanıtına gelince; herhangi bir ülkede meydana gelen yüksek enflasyon bir kader değildir. Kendiliğinden ve gelişigüzel bir biçimde ortaya çıkmaz. Yüksek enflasyon, bir ülkedeki siyasal iktidarın uygulamış olduğu ekonomik politikalar sonucunda ortaya çıkar. Yani, bir tercihtir. Türkiye’de meydana gelen yüksek enflasyon elbette ki dünya ekonomisinde meydana gelen bazı olumsuzluklardan, salgın hastalık, savaşlar ve karşılıksız para basılması gibi olaylar nedeniyle ortaya çıkan diğer ülke enflasyonlarından etkilenmiştir. Ancak bütün bunların yanında, Türkiye Ekonomisinde karşılaştığımız ekonomik sorun ve zorlukların asıl ve en önemli nedeni, ekonominin kurumsal yapısında son yıllarda ortaya çıktığına tanık olduğumuz kötü yönetimdir. Zaten kıt olan ekonomik kaynaklar, plansız ve programsız bir şekilde savrulmakta ve etkisiz ve verimsiz işlerde israf edilmektedir. Kentsel toprak rantlarının paylaşımına dayalı İnşaat sektörü, ekonominin başat sektörü olarak kurgulanmıştır. Bu nedenle, inşaat sektörünün durması ya da yavaşlaması ekonominin bütünü üzerinde olumsuz etkiler yapmaktadır. Üretim ekonomisinden vazgeçilmiş, sıcak paraya ve tüketime dayalı bir ithalat ekonomisi oluşturulmuştur. Öyle ki, geçmişte tarım ürünlerinde dünyada kendi kendisine yeten 7 ülkeden birisi ve çok önemli bir tarım ülkesi olan Türkiye’de yetiştirilme olanağı bulunan pek çok ürün, artık yurt dışından ithal edilir hale gelmiştir. Bu durum, ülkemizin dövize olan bağımlılığını arttırmaktadır. Türk parası değer kaybedip dolar ve Euro gibi paralar değer kazandıkça, yurt içinde iğneden ipliğe kadar her şeye zam gelmektedir. Bu durumun süreklilik arz etmesi nedeniyle, ülkede kronik hale gelmiş olan yüksek oranlı enflasyon yaşanmaktadır. Kısaca ve anlaşılır bir dille ifade edecek olursak; fiyatlar genel düzeyinin yükselmesi ve paranın değer yitirmesi olarak tanımlayabileceğimiz enflasyon, orta, dar ve sabit gelirli çok geniş halk kesimlerinin aleyhine, olumsuz sonuçlar doğurmaktadır. Enflasyon nedeniyle, zengin daha zengin ve yoksul ise daha yoksul hale gelmektedir. Yeri ve sırası geldiğinde her zaman söylerim, bir ülkede uzun yıllar boyunca sürmüş olan yüksek bir enflasyon, o ülkede savaş etkisi yapar. Böyle ülkelerde ahlak çöker, suç oranları artar. Tasarruf, yatırım, üretim, dağıtım ve bölüşüm dengeleri bozulur. Güçlünün zayıfı ezdiği ve sömürdüğü bir kuralsızlık ortamı ve altta kalanın canı çıksın düzeni oluşur. Tabii burada, ekonominin genel yapısına ve işeyişine ilişkin pek çok eleştiriler yapılabilir. Görüş, öneri ve modeller ortaya konulabilir. Ancak, halk açısından asıl sorun, fiyatlar genel düzeyinin, yani enflasyonun artması sorunudur. Halkın yoksullaşması sonucunu doğuran, en acımasız, haksız ve adaletsiz, dolaylı bir vergi olan enflasyon; Türkiye ekonomisinin çok eski ve kronik bir hastalığıdır. Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de enflasyonla mücadele etmek ve enflasyon oranlarını istenen akılcı ve gerçekçi düzeylere indirmek her zaman olanaklıdır. Bunlar, saygın ve ciddi bilim insanlarımız tarafından bilinmeyen yöntemler değildir. Enflasyonla mücadelede faiz gibi para politikası araçları ve vergi düzenlemeleri ve bütçe dengeleri gibi maliye politikası araçları kullanılabilir. Ancak bu araçlarla, sadece geçici iyileştirmeler sağlanabilir. Tabiidir ki buna karar verecek olan siyasal iktidarlardır. Enflasyonla mücadelede asıl ve en önemli etken, her alanda üretim artışları sağlamaktır. Üretim artışları sağlanmadan alınacak önlemlerin hiç birisi, enflasyonla mücadelede başarılı sonuçlar veremez. Enflasyon tamamen yok edilip sıfıra indirilemez ama, kontrol edilebilecek düzeylere indirilebilir. Hatta, bilinçli ve kontrollü bir şekilde enflasyonist kalkınma politikaları uygulanarak enflasyon yararlı bir hale bile getirilebilir. Bugün geldiğimiz noktada öyle görünüyor ki mevcut siyasal iktidarımız ekonomik büyümeyi enflasyonla mücadeleye tercih etmiş, enflasyonu kendi haline bırakmıştır. Yani adı konulmamış, ilan edilmemiş ve üstü örtülü bir enflasyonist büyüme ve kalkınma modelini tercih etmiştir. Ancak gelmiş olduğumuz bu son aşamada enflasyonun kontrolü kaybedilmiştir. İşte asıl tehlike budur. Türkiye’nin enflasyonla mücadele konusunda yeterli deneyim ve birikimleri vardır. Cumhuriyetin ilk yıllarında 1930’larda uygulanan planlı toplumsal kalkınmayı esas alan karma ekonomik model ve 1960’larda Devlet Planlama Teşkilatı tarafından hazırlanan 5 Yıllık Kalkınma Planlarını esas alan ve ülkemizde uygulandığı dönemlerde %5 enflasyonla, %7 kalkınmayı gerçekleştirmiş olan planlı kalkınma modelleri, tarihsel ve yaşanmış somut örnek olaylar olarak toplumsal hafızamızda kayıtlı bulunmaktadır. 1970’ler, 80’ler ve 90’lardaki siyasal iktidarlar, enflasyonla mücadelede IMF ile stand by anlaşmaları yapma, halka acı ilaç içirme ve kemer sıkma politikaları uygulayarak enflasyonun faturasını zorla da olsa halka ödetme yolunu tercih etmişlerdir. 2000’li yıllarda ise bu kemer sıkma yönteminin daha da ağır bir versiyonu olan Kemal Derviş modeli tercih edilmiştir. AKP iktidarları bu modeli aynen sürdürmüştür. Bu model 2015’lere kadar şöyle veya böyle işlemiştir. Günümüzde ise enflasyonla mücadele konusunda kaçınılmaz ve zorunlu olarak yeniden bir yol ayrımına gelinmiştir. Acaba 1930’lar ve 1960’larda olduğu gibi, enflasyonun zarar ve risklerini nispeten dengeli ve adaletli bir şekilde tüm toplum kesimlerine dağıtmaya çalışan ve planlı toplumsal kalkınmayı esas alan kamucu bir yol mu, yoksa her zaman olduğu gibi enflasyonun faturasını yoksul ve dar gelirli halka ödeten liberal kapitalist bir yol mu tercih edilecektir? Öyle görünüyor ki, bu sorunun cevabını alabilmemiz için 2023 genel seçimlerinin sonuçlanmasını beklememiz gerekecektir. Bu da demek oluyor ki, ülkemizde zaten uygulanmakta olan seçim ekonomisi nedeniyle gittikçe yükselen enflasyon, aynı hızını sürdürmeye bir süre daha devam edecektir.