Her yılın 10 Kasım’ında olduğu gibi bu yıl da yine; dünyanın ilk anti-emperyalist ulusal bağımsızlık savaşının muzaffer komutanı, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucu önderi, çelik iradeli yılmaz Cumhuriyet Devrimcisi Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü, büyük bir özlem, tarifsiz bir hayranlık, ulusça yaşanan büyük bir üzüntü ve saygıyla anıyoruz. Zaman, doğası gereği ne de hızlı bir şekilde, öylece akıp gitmiş. Tarihin kaydettiği az sayıdaki Büyük İskender gibi, Sezar gibi, Cengizhan ve Timur gibi yenilmez asker ve komutanlar arasına adını altın harflerle yazdırmış, ölümsüz eylem, düşün ve devlet adamının sonsuzluğa göçüşünün üzerinden tamı tamına 84 yıl geçmiş. Geçen bu zaman sürecinde, çağdaşı olan pek çok devlet adamı unutulmuş, adları sanları yitip gitmiş ama Gazi Mustafa Kemal Atatürk, düşünceleriyle, eylemleriyle ve devrimleriyle hala aramızda yaşamaya, günümüzü ve yolumuzu aydınlatmaya devam ediyor. Hatta, Mustafa Kemal Atatürk’e ve onun düşünce sistemine olan yöneliş her geçen gün daha da artıyor. Toplum, özellikle de genç kuşaklar Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü adeta yeniden keşfediyorlar. Bu nedenle, özellikle de son yıllarda yapılan 10 Kasım anmalarına; halkın daha da artan bir ilgi ve içtenlikle katılımının artarak çığ gibi büyüdüğü gözleniyor. 10 Kasım nedeniyle resmi kurum ve kuruluşlar da ayrıca, ilgili mevzuatlarında gösterilen anma törenlerini düzenliyorlar. Düzenlenen bu resmi anma törenlerinde bayraklar yarıya indiriliyor, saygı duruşunda bulunuluyor ve Atatürk anıtlarına çelenkler sunuluyor. Böylelikle yasal bir program, adeta yasak savarcasına uygulanmış oluyor. Prosedür yerine getiriliyor. İşlem tamamlanıyor. Bu şekilde, Atatürk’ü anma etkinliği, biçimsel ritüeller düzeyine indirgenerek geçiştirilmeye çalışılıyor. Böylelikle belki de bilerek veya bilmeyerek Atatürkçü Düşünce Sisteminin, Atatürk Devrimlerinin, Cumhuriyet’in temel niteliklerinin ve Anayasal yurttaşlık bilincinin etkisizleşmesine çalışılıyor. Atatürk devrimleriyle tesis edilen kurum ve kavramların içlerinin boşalması için azimli bir çaba gösteriliyor. 10 Kasım’lar, gerçek anlamlarından uzak, sıradan bir gün haline getirilmek isteniyor. Oysa, demokratik ve laik hukuk devletini, bilimsel aklı ve çağdaş yaşama biçimini içselleştirmiş tüm yurttaşlar için, Mustafa Kemal Atatürk’ün düşünce sistemi, ideal, amaç ve mücadelesinin tam anlamıyla bilincine ulaşmak; herkes ve hepimiz için biçimsel olmanın ötesinde çok daha derin anlamlar taşımaktadır. Bu işin asıl önemli yanı, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün de sağlığında önemle ve özellikle belirttiği gibi Cumhuriyet’in “fikri hür, vicdanı hür ve irfanı hür” bir yurttaşı ve Atatürk devrimlerinin uyanık ve bilinçli bir bekçisi olabilmektir. Bunun için gerekli olan yurttaşlık ve sorumluluk bilincine erişebilmektir. Mustafa Kemal de bu gerçeği, daha sağlığında iken “beni anlamak demek mutlaka yüzümü görmek demek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız, bu yeterlidir.” Özdeyişi ile dile getirmiştir. Her yıl 10 Kasım’larda andığımız ve manevi huzurunda saygı duruşunda bulunduğumuz Gazi Mustafa Kemal Atatürk; Balkan, Trablusgarp, Çanakkale, Sakarya Meydan ve Başkomutanlık Meydan Savaşlarının ve dünyada emperyalizme karşı yapılmış olan ilk ve tek ulusal bağımsızlık savaşının muzaffer komutanıdır. TBMM’nin ve Çağdaş Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kurucusudur. Kurulmasına öncülük ettiği bu modern devleti, çağdaş uygarlık düzeyine yükseltebilmek için sanayi, ekonomi, eğitim, hukuk, dil, yazı, kılık kıyafet alanlarında yapılan devrimlerin azimli ve kararlı önderidir. Devlet yönetimine halk egemenliği esasını getiren çelik iradeli bir cumhuriyet devrimcisidir. 1926 Yılında çıkartılmasını sağladığı Medeni Kanun’la, tarihimizde kadınlara ilk defa özgür ve eşit yurttaşlık haklarının verilmesini sağlamıştır. Onları ikinci sınıf insan sayılmaktan kurtarmıştır. Mustafa Kemal’i ulusal bağımsızlık savaşı için birlikte yola çıktığı öteki arkadaşlarından ayıran en temel ve belirgin özelliği, O’nun hem bir düşün adamı ve hem de bir devrimci olmasıdır. Mustafa Kemal’in 10 Kasım 1938 günü sonsuzluğa göç etmesiyle birlikte Cumhuriyet’in ilk yılarındaki devrimler dönemi kapanmıştır. Ardından gelenler yeni devrimler yapamamışlardır. Sadece cumhuriyet devrimlerini muhafaza etmeye çalışmışlardır. Mustafa Kemal’in bir başka ayırt edici özelliği de tıpkı tarihin akışını değiştiren dünya çapındaki bütün büyük devrimcilerde görüldüğü gibi ölüm karşısında bile en küçük bir korku ve tereddüt göstermemesidir. İlke, inanç ve düşüncelerinden hiçbir ödün vermemesidir. Yeryüzünde tüm mal varlığını milletine bağışlamış, son nefesini verinceye kadar kurmuş olduğu Cumhuriyete ve halkına hizmet etmiş ikinci bir devlet adamı yoktur. 57 yıllık kısacık ömrüne bu kadar büyük zaferleri ve başarıları sığdırabilmiş olan büyük devrimci Gazi Mustafa Kemal Atatürk’teki ilk hastalık belirtileri 1937 yılında görülmeye başlamıştır. Ancak başlangıçta, bu durum fazlaca önemsenmemiştir. 1938 yılının ilk günlerinde vücudunda kaşıntı ve bazı kabartılar görülen Mustafa Kemal’in bu şikâyetlerine; bugün için inanılması çok güç ve bizler için de çok acıdır ama, ne yazık ki karınca ısırığı teşhisi konulmuştur. 1938 yılının Şubat ayında Yalova’da sancıları ve kanamaları artınca, o zamanın Kaplıcalar Genel Müdürü olan Sadullah Güney, Atatürk’ü tedavi etmek üzere Doktor Nihat Reşat Belger’i çağırmıştır. Yalova Kaplıcalarında Mustafa Kemal Atatürk’ü tepeden tırnağa muayeneden geçiren Doktor Nihat Reşat Belger, Atatürk’ün gerçek hastalığını ilk olarak 21 Ocak 1938 günü orada teşhis etmiştir. Aynı zamanda eski Sağlık İşleri Bakanı da olan bu Doktor, yaptığı muayene sırasında Atatürk’ün karaciğerinin büyümüş olduğunu belirlemiştir. Bu teşhisin yakın çevresi üzerinde kaygı yaratması nedeniyle Atatürk, hemen İstanbul'dan Dr. Neşet Ömer’i çağırtmıştır. O da yaptığı muayene sonucunda karaciğerin dört parmak büyümüş olduğunu saptamıştır. 1938 yılı Şubat ayının 27. günü, Balkan İttifakı Devletlerinin Dışişleri Bakanları onuruna Çankaya Köşkünde bir yemek ziyafeti tertip edilmiştir. Ancak, saat 20.00’ye geldiği halde, hala akşam yemeğine başlanamamıştır. Bu gibi toplantılara, dakikası dakikasına gelmekle ün salmış olan Atatürk, henüz ortalarda görünmemektedir. Atatürk’ün Doktoru Asım Arar, ortalıkta bir tuhaflık olduğunu sezinlemiştir. Atatürk’ün hastalığının ciddiyetini orada bulunan, Atatürk’ün çok sevdiği ve güvendiği İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’ya söylemiştir. Durumu öğrenen İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, doktoru da yanına alarak birlikte Başbakan Celal Bayar’a gitmiş ve durumu O’na da anlatmıştır. Daha sonra bu üçlü, kendi aralarında bir durum değerlendirmesi yaparak Atatürk’ü, kendisine bir konsültasyon yapılması konusunda ikna etmeyi başarmıştır. Prof. Neşet Ömer, Prof. Akil Muhtar, Prof. Nihat Reşat Belger, Dr. Hüsamettin Kural, Dr. Naki Ziya Yaldırım ve Dr. Asım Arar’dan oluşan bu kurul 06 Mart 1938 günü Çankaya Köşkünde toplanarak Atatürk’ü bir konsültasyondan geçirmiştir. Yapılan konsültasyon sonucunda bu Kurul, Atatürk’ü tedavi etmek üzere Paris Tıp Fakültesi Hocalarından Prof. Dr. Fiessenger'in çağırılmasını istemiştir. Bundan sonra Atatürk’ün tedavisini, belirli aralıklarla İstanbul’a gelip gitmeye başlayan Prof. Dr. Fiessenger yapmaya başlamıştır. Atatürk, çok sevdiği ve güvendiği o zamanki CHP’nin Genel Sekreteri ve İçişleri Bakanı olan Şükrü Kaya’yı İstanbul’a çağırtarak kendisinden, Prof. Dr. Fiessenger, Prof Dr. Neşet Ömer, Prof. Dr. Nihat Reşat Belger ve Dr. Abravaya’nın kendi aralarında yapacakları toplantıya katılarak burada konuşulanları gizlice kendisine aktarmasını istemiştir. İçişleri Bakanı olan Şükrü Kaya da bu isteği yerine getirmiştir. Böylelikle Atatürk, 8 Haziran 1938 günü en fazla iki yıllık bir ömrünün kaldığını ve her an ölme riskinin bulunduğunu önceden öğrenmiştir. Ancak Bu gerçeği yakın çevresine hiç bildirmeden, soğukkanlılığını ve dirayetini hiç yitirmeden o zaman üzerinde önemle durduğu Hatay sorunun çözülmesi çalışmalarını sürdürmeye aynen devam etmiştir. Ayrıca ani ölümü karşısında herhangi bir karışıklığa neden olamamak için vasiyetini kendi el yazısıyla hazırlamaya başlamıştır. Bu vasiyeti doktor kılığında gizlice Dolmabahçe Sarayına getirttiği İstanbul Altıncı Noteri İsmail Kunter’e onaylatmıştır. Atatürk bu vasiyetinde Türk Tarih ve Türk Dil Kurumlarına özel bir ağırlık verilmesini istemiştir. Vasiyetin hazırlandığı sıralarda hastalığı giderek ilerleyen Atatürk’ten belirli aralıklarla su alma işlemleri devam ediyordu. Ancak her su alınışından sonra durumu daha da kötüleşiyordu. Yapılan bu zorlu ve sancılı tedavi süreci boyunca Atatürk, hiçbir zaman bilicini yitirmedi. Yataklarda geçirdiği son anlarında bile devletin ve toplumun geleceğine ilişkin çözümler üretiyor ve çevresine öneriyordu. 10 Kasım 1938 Perşembe günü son nefesini verdi. Bu sırada odasındaki çocukluk arkadaşı ve yakın dostu Nuri Conker'in Atatürk'e armağan ettiği, güzel fosforlu, dört köşe masa saati; saat, dokuzu beş geçeyi gösteriyordu. Böylelikle yakın siyasi tarihimizin ilerici devrimler dönemi kapanmış oldu. Cumhuriyet devrinin altın yılları sona erdi. Yaşamının tamamını, Türk halkının emperyalist sömürüden kurtulması, tam bağımsızlığı, dirlik düzeni ve refahı uğrunda verilmiş mücadelelerle geçirmiş olan Büyük Cumhuriyet Devrimcisi Mustafa Kemal Atatürk’ü; ölümünün 84. Yıldönümü nedeniyle tazimle yâd ediyor, kendisinden sonraki Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün ölümü üzerine söylediği “Devletimizin banisi ve milletimizin fedakâr, sadık hadimi, İnsanlık idealinin aşık ve mümtaz siması; EŞSİZ KAHRAMAN ATATÜRK. VATAN SANA MİNNETTARDIR. Bütün hayatında bize ruhundaki ateşten canlılık verdin. Emin ol, aziz hatıran, sönmez meş'ale olarak ruhlarımızı daima ateşli ve uyanık tutacaktır.” Sözleriyle bir kez daha anıyor ve manevi huzurunda saygıyla eğiliyoruz.

MEÜ. E. Öğr. Gör. Uzm. Celal TEZEL

1 / 3

84. Ölüm