3 Şubat 2022’de yürürlüğe giren Öğretmenlik Meslek Kanunu Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilince MEB boşluğu dolduracak yeni bir kanun teklifi hazırladı. Bu kanun teklifi TBMM Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonunda birkaç gün önce kabul edildi. Yeni teklif, daha önce kabul edilmiş olanı ufak tefek değişiklikler ile yeniden yürürlüğe koyma amacı güdüyor.

3 Şubat 2022’de yürürlüğe giren Öğretmenlik Meslek Kanunu Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilince MEB boşluğu dolduracak yeni bir kanun teklifi hazırladı. Bu kanun teklifi TBMM Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonunda birkaç gün önce kabul edildi. Yeni teklif, daha önce kabul edilmiş olanı ufak tefek değişiklikler ile yeniden yürürlüğe koyma amacı güdüyor.

İptal edilen kanun ile ilgili düşüncemi, Balıkesir’de Necati Öğretmen Okulları (2023) kitabımda belirmiştim. Bu kanun ile birlikte, öğretmenin seçimi ve öğretmenliğe hazırlanma süreci doğrudan siyasi iktidarın kontrolü altına giriyor. MEB, lisans eğitimi almış gençler havuzundan seçtiği öğretmen adaylarını bundan böyle kendi hazırlayacak.

Yasada “öğretmen olarak istihdam edileceklerde genel kültür, özel alan eğitimi ve öğretmenlik meslek bilgisi bakımından aranacak nitelikler ile öğretmenlik alanlarına kaynak teşkil edecek yükseköğretim programları, söz konusu nitelikler esas alınarak Bakanlıkça belirlenecek.” İfadesi yer alıyor.
Bunun anlamı şu: Öğretmen yetiştirme, siyasi iktidarın elinde, okullara devlet memuru yetiştirme ve yerleştirme süreci haline geliyor.

II. Abdülhamit, bir taraftan modern eğitimi yaygınlaştırırken, diğer yandan yaygınlaştırdığı okullardan kendine muhalif gençler yetişmemesi için sıkı önlem alırdı. Her okulun başına, dini içerik ile hazırlanmış ders programlarının olduğu gibi uygulanmasını sağlayacak, süreci kontrol altında tutacak asıl işi hafiyelik ve sansür olan müfettişler dikerdi.

Partili Cumhurbaşkanlığı sistemi de bu alanda işi şansa bırakmak istemiyor.

İktidar, Türkiye 100 Yılı Maarif Modeli kapsamında geliştirdiği, kendine uygun gördüğü değerler ile harmanladığı programları uygulayacak öğretmenleri, kendi meşrebine uygun biçimde seçmek, okullara yetiştirmek istiyor. İstiyor ki 81 il 703 okulda uygulamaya koyduğu ÇEDES’e, değerler eğitimine uygun iş görecek öğreticiler bulabilsin. Bu camiadan başını ağrıtacak çatlak ses çıkmasın istiyor.

Milli Eğitim Akademisi bunun için kuruluyor. Yani iktidar “öğretmen” yetiştirme konusunda YÖK’e, Eğitim Fakültelerine bile güvenmiyor.

MEB, dört yıllık fakülte bitirmiş gençler arasından seçtiklerine Milli Eğitim Akademisi’nde 550 saat formasyon eğitimi verecek. Sonra, “hazırlık eğitimi” sırasında kendisine güven verenleri, gerekli şartları” taşıyanları okullara sözleşmeli olarak atayacak.

Bu “öğretmenler” kendilerinden beklenti doğrultusunda üç yıl sözleşmeli çalıştıktan sonra kadrolu çalışmayı hak edecekler. Bir yıl daha çalıştıktan sonra ancak tayin isteyebilecekler. Sebat edip on yıl hizmet ederlerse Uzman, bir on yıl sonra ise Başöğretmen olabilecekler.  Güzel değil mi?

Türkiye’de, bünyesinde her yıl en az 20 bin civarında öğrenciye formasyon eğitimi verecek, ayrıca yönetici yetiştirecek bir Milli Eğitim Akademisi (ya da akademileri) doğuyor.

Ne olacak, Eğitim Fakültelerinin Eğitim Bilimleri bölümleri kapatılacak mı? Bu fakültelerde yıllarca alanında kaliteli öğretmen yetiştirmek için dirsek çürütmüş binlerce kaliteli eğitimci var. Bunlar işlevsiz mi kalacak, ne yapacaksınız?

Eğitim Fakültelerinde dört yıla yayılan formasyon derslerinde mesleğe hazırlanamamış öğretmen adayları, Milli Eğitim Akademisi’nde 550 saat eğitim alınca iyi öğretmen olacaklar öyle mi?

Diyelim ki bu akademide 500 civarında profesör, doçent eğitimci istihdam edildi. Artık Türkiye’de eğitim bilimleri bunlardan mı sorulacak? Eğitim Fakültelerinde, üniversitelerde eğitim bilimleri alanında her yıl sempozyumlar düzenleniyor, bu alanda birikmiş onca bilgi var, deneyim var. Bunların bir anlamı kalmayacak mı?

Bugün Türkiye’de 100 dolayında eğitim fakültesi bulunuyor. Bu okullarda halen 250.000 dolayında öğretmen adayı öğrenim görüyor. Her yıl Eğitim Fakülteleri en az 50.000 öğrenciye diploma veriyor. 800 binin üzerinde bu okullardan diploma almış atama bekleyen diplomalı işsiz öğretmen var. İlave formasyon eğitimleri ile öğretmen olma hakkı edilenleri de üzerine koyun. Bu öğrenciler bu okullara alınırken öğretmen olacaksınız sözü verilmedi mi? Milli Eğitim Bakanlığının, devletin, onca masraf edilerek, emek verilerek yetiştirilmiş bu gençlere karşı bir sorumluluğu, borcu yok mu?

Getirilmeye çalışılan Öğretmenlik Meslek Kanunu ile, eğitim fakültelerinde verilen öğretmenlik uygulamaları, çalışan eğitimcilerin öğretmenlik mesleği ile ilgili birikimleri, deneyimleri, bu okullarda okuyan, mezun olan öğrencilerin hakları yok sayılıyor.  

İktidar, KPSS ardından yaptığı sözlü sınav yolu ile öğretmen atamalarının manipüle edilmesine kamuoyundan yükselen tepkiye, öğretmen yetiştirmeyi tümüyle siyasallaştıracak bir yasa çıkararak karşılık veriyor.

Eğitim Fakültelerini beğenmiyor olabilirsiniz. YÖK’ün güdümünde 1982’den itibaren her kademeye öğretmen yetiştirmek üzere kurulan bu okullar hep sorunlu oldu, kabul.

Fakat nitelikli insan yetiştirecek Öğretmen Yetiştirme Sistemi, bilimsel, laik ve demokratik bir anlayış içinde ancak yapılandırılırsa ülke geleceği bakımından bir anlam taşır.

Ülke koşullarına uygun biçimde belirlenmiş her bölge için Öğretmen Yetiştirme Akademisi kurabilirsiniz. (“Milli” nitelemesini ülkenin içinde konjonktürde, kamuoyunda yarattığı algı bakımından sorunlu buluyorum. Bu başka bir tartışma konusu) Bu akademilerde, her kademeye (okul öncesi öğretmenliği, sınıf öğretmenliği, orta öğretim öğretmenliği vb..) yetiştirilecek öğretmenlerin eğitimi, birbiri ile eklemlenmiş, fakat farklı süreçlerde yapılandırılmalı. Bu okullara ortaöğretim kademesine öğretmen yetişmek için lisans eğitimini tamamlamış gençlerden öğrenci alınabilir. Avrupa ülkelerinde böyle işleyen öğretmen yetiştirme sistemleri var, incelenebilir, örnek alınabilir.

Ama bu sistem, mutlaka siyasi iktidarlardan bağımsız ve özerk olmalı. Standartlarını, değerlerini, ritüellerini kendi içinde üretebilmeli. Bilimsel bakış bunu gerektirir. Avrupa ülkelerinde böyle işliyor.

Bir ülkenin nitelikli insan gücü yetiştirme mekanizmasını tümüyle siyasallaştırmak, o ülkeye yapılabilecek en büyük kötülüktür.