Türkiye birkaç aydır , içinde boğulduğu ekonomik buhran, bunun sonucu yüz binlerce kepenk kapatan esnafı, kredi borçlarından icraya düşen milyonları, açlıkla sınanan çocukları emeklileri, öldürülen kadınları, her gün bir tuğlası çekilen laikliği, yüzlerce genci intihara sürükleyen tükenmişliği değil, Bahçeli’nin ortaya attığı ‘’ barış’’ gündemini konuşuyor.

Meclisin işlevini neredeyse sıfırlayan, yargıyı yönlendiren, demokrasiyi askıya alan iktidarın başı, Bahçeli’nin bir zamanlar Apo’nun idamı için, bu kez de özgürleşmesi için attığı ipi derin bir kuyuya sarkıttı. DEM Partiye kuyuya inip ipin ucunu tutmasını, kendisini o iple yukarı çekeceğini söylüyor.

Düne kadar ana muhalefet partisini DEM le seçimlerde iş birliği yaptığı için teröristlikle suçlayan, DEM partililerin seçilmişlerini görevden alan, cezaevlerine dolduran, etmediğini bırakmayan onlar değilmiş gibi, bir özeleştiri vermeden, bir güven tazelemeye gerek duymadan yapıyor bunu.

Öte yandan ana muhalefet partisinin seçilmişlerini de hukuk kumpasları, iftiralar, hile ve desiselerle cezaevlerine dolduruyor, kurumsal kimliğine öldürücü saldırılarda bulunuyor, liderini ve kadrolarını siyaset yapamaz hale getirmeye çalışıyor, yasaları anayasayı ayaklar altına alıyor, mahkeme kararlarını uygulamıyorken, muhalefete yeni bir anayasa yapma teklifinde bulunuyor.

Bu nasıl perhiz, bu nasıl lahana turşusu demezler mi ?

Demezler!

Bir ülkenin iktidarının ipi emperyalist ülkelerin elinde olursa, siyaseti dışardan yönlendirilir, başlarına onların getirdiği ‘’ liderler’’ in yönettiği siyasi partiler dışardan komut alır, yeni bir orta doğu- düzeni için , devletin anayasal düzenini bozup yeni bir vaziyet almaları alenaçık istenirse, bir ülkenin devlet başkanı halk nezdinde kaybettiği meşruiyetini en büyük emperyalist devlet başkanıyla bir fotoğraf pozu vermekte arıyorsa demezler.

23 yıllık iktidar ülkeyle birlikte kendini ve siyasetini tükettiği noktada, bir süredir Ortadoğu’yu mezhep temelinde yeniden dizayn eden ve Suriye’de yaptığı operasyonla Türkiye’yi İsrail’e komşu yapan Trump’dan meşruiyet isteyerek, bununla yargı operasyonlarıyla muhalefeti felç ederek, demokrasiyi sıfırlayarak bir kez daha iktidara gelmenin senaryosunu sahneye koydu.

Ahmet Özer’in haksız hukuksuz tutuklanmasıyla başlayan süreç, ana muhalafet partisi ve son seçimlerin birinci partisi CHP nin Erdoğan’ı katıldığı her seçimde yenen İstanbul B.Ş. Belediye Başkanı ve diğer Büyük şehir, ilçe Belediye Başkanları, meclis üyelerinin tutuklanmaları ile devam etti. Zincirleme operasyon son olarak Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş’a kadar uzandı.

Bu arada iktidarın daha önce yapmış olduğu medya operasyonları sonrasında , iktidarın elde edemediği, objektif yayın yapan son t.v kanallarına da el koyuldu, yöneticileri tutuklandı.

Cumhuriyet Halk Partisi İstanbul İl Başkanlığı’na kayyım atandı, İstanbul İl Kongresi ve Kurultayının mutlak butlanla iptali için dava açıldı. Bu süreçte CHP gösterdiği güçlü refleksle, her şeye rağmen hukuk ve parti içi demokrasiyi birlikte işleterek İstanbul İl Başkanlığını geri aldı ve olağanüstü 2 kurultayla partiye kayyım atanmasını önledi.

Tüm bunlar olurken yani CHP nin boğazına bir ilmek geçirilip boğulmaya çalışırken, seçilmiş belediye başkanlarının yüzüne demir parmaklıklar kapatılırken, on binlerce Türk vatandaşının katili, silahlı suç ve terör örgütü kurmaktan idama mahkum edilmiş bulunan Abdullah Öcalan’ın İmralı adasındaki cezaevinin kapısı aralanmaya başlıyordu.

Öyle ya Devletlü Bahçeli, bundan birkaç ay önce onu Türkiye Büyük Millet Meclisi kürsüsüne konuşmaya davet etmişti. Oraya gitmek için illa ki İmralı cezaevinden çıkması gerekiyordu.

Ancak senaryo bununla sınırlı değildi. Bundan daha on yıl geçmeden önce AKP tarafından çözüm süreci adı altında aldatılan, son on yılda yapılan iki yerel seçimden sonra seçilmiş belediye başkanları görevden alınıp cezaevlerine konulan, belediyelerine kayyım atanan, seçilmiş genel başkanları sırf Erdoğan’ın başkanlığına karşı çıktığı için milletvekili iken cezaevine konulan ve dokuz yıldır haksız olarak orada tutulan ve Anayasa ve İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına rağmen cezaevinden çıkarılmayan DEM in, cumhur ittifakı bloğuna çekilip, bu şekilde Erdoğan’ın yenden adaylığı ve cumhurbaşkanlığının yolunu açacak bir anayasaya ve bu anayasa ile kurulacak yeni bir devlet düzenine ihtiyaç vardı.

Zira AKP hükümeti, ABD nin Suriye Özel temsilcisi Barrack’ın açıkça ifade ettiği gibi onlardan istediği meşruiyeti almıştı ama bunun, her sömüren sömürülen ilişkisinde olduğu gibi bir bedeli vardı. Yeni Suriye yeni İsrail’e hizmet edecek bir Türkiye dizaynı elzemdi.

Yeni Suriye, yeni İsrail konumlandırılırken Türkiye’de bir iktidar değişikliği hesapları bozardı. İkinci düğmeye basıldı, Bahçeli meclisten kükredi, ardından mecliste komisyon kuruldu. Yargı darbeleri ile her yönden kuşatılan CHP komisyona, ilanihaye kalmak vaadi olmasa da girmeye ikna edildi.

Komisyonun adı Terörsüz Türkiye iken sonradan DEM ve CHP nin önerileriyle milli dayanışma kardeşlik ve demokrasi oldu.

PKK nın Türkiye’de silah bırakma açıklamalarının ardından konu ile ilgili somut ve yasal herhangi bir adım atılmadan Bahçeli meclis kürsüsünden bir kez daha kükredi : İ

‘’Komisyon İmralı’ya gidecek Apo’yu orda dinleyecek, siz gitmezseniz ben arkadaşlarımı alır giderim.’’

Komisyonda ve Türkiye kamuoyunda bu aceleciliğin, emrivakinin şoku yaşanırken CHP, kapalı yapılması istenen oylamaya katılmayarak, İmralı’ya gidecek komisyona temsilci vermeyeceğini kamuoyuna açıkladı. Ardından Saadet, Yeniyol grubu da temsilci vermeyeceğini, Demokrat Parti de komisyondan ayrıldığını açıkladı.

AKP, MHP VE DEM iller bunun üzerine CHP ye söylemediklerini bırakmadılar.

Kızgındılar çünkü yanlış hesapları CHP’den dönmüştü.

Yanlış hesap neydi : Her şeyden önce komisyonun amacı adına rağmen ne milli, ne de demokratikti.

Orduyu Ergenekon davaları ile ile vesayetine alan, 15 Temmuz sonrasındaki siyasi darbe ile yargıyı teslim alan, medyanın hemen tamamını ele geçiren, seçilmişler başta olmak üzere muhalefet eden herkesi cezaevine atan, yasamayı etkisizleştiren rejimin başı, yönetemediği ülkeye yeni bir gömlek biçmişti.

Bu gömleğe itiraz eden tek siyasi güç CHP, tüm yaralarına rağmen direniyordu.

Bu komisyonla o da çemberin içine alınmış, yeni devletin anayasasına giderken Abdullah Öcalan’ın meşrulaştırılmasına katkısı cepte görülmüştü.

Asker sivil on binlerce masum insanı öldürüp Türkiye Cumhuriyetine tarım asır kaybettiren terör örgütü kurucusu ve liderinin ayağına aziz Türk Milleti’nin vekillerini, asillerine sormadan göndermek başka hiçbir amaca hizmet değildi.

Bunun bir önceki çözüm sürecinde Türkiye Cumhuriyeti’nin savcı ve hakimlerini sınırdan giren teröristlerin ayağına göndermekten pek farkı yoktu.

Neyse ki CHP tarihsel misyonunun refleksiyle bu yanlışa katılmadı.

Bu tavrı tabanından kamuoyundan büyük destek gördü. AKP nin adeta utanarak kapalı kapılar ardında kerhen yürütüyor gibi göründüğü, aslen MHP lideri bahçeli tarafından yönetiliyor gibi görünen süreç, sadece bu sebepten bile artık meşruiyetini, toplumsal kabulünü kaybetmiştir.

Türk milleti barışçıldır, dayanışmacıdır, merhametlidir ama,

onuru bunların hepsinden önce gelir.

Şehit anaları ’’siz benim evladımın katili nasıl affedersiniz ?’’ diye figan ederken, Türk Milletinin ulusal kurtuluş savaşını yöneten Büyük Millet Meclisinin üyelerini terörist başının ayağına göndermek, en hafifinden Türk Milletinin onurunu yaralamıştır.

Kaldı ki bu meclisin böyle bir proje için siyaseten yetkisi yoktur. Seçim kampanyasını DEM ile kavga etmediği için CHP yi terörist ilan edip, seçilirse APO’ yu çıkaracak kara propagandası üzerine kuran bir siyasi ittifakın, milletten böyle bir süreç için yetki almadan DEM ile bir olup komisyon kurması, komisyona emrivaki yapması, CHP yi kendi emelleri için aynı yerde durmaya zorlaması kabul edilir bir şey değildir.

Nitekim rehberi halk olan partiler, tavırlarıyla Abdullah Öcalan’a ziyaret adı altındaki gizli hesabı bozmuştur.

Hafızasız bir siyasetle , Türkiye’nin artık yaşamsal hale gelen sorunlarının müsebbibi olan, hukuk ve demokrasiyi sıfırlayan, ülkeyi ekonomik, sosyal ve siyasi olarak tüketen Cumhur iktidarının elinden tutarak, çözümü Abdullah Öcalan’ın ziyaretine ve serbest bırakılmasına indirgeyen DEM de anlamalıdır ki hukukun, adaletin, ve demokrasinin olmadığı yerde barış olamaz.

Barış için önce güven gerekir. Bu iktidar milletin çoğunluğunun güvenini kaybetmiştir.

Barış kişilerin hesabına göre kurulamaz, toplumsal uzlaşı gerektirir.

Barış, iktidardan kopmak istemeyen birilerinin kişisel emellerine feda edilemeyecek kadar yüce bir hedeftir.

Barış samimiyetle olur. Yalanla entrikayla olmaz.

Barış oldubittilerle değil, toplumsal rıza üreterek, kişiler için değil herkes için olur.

Türkler ve Kürtler kardeştir.

Savaş ve çatışmaların ve onu üreten örgütlerin kaynağı halk değil, emperyalist güçlerdir.

Halkın içinde olmadığı hiçbir hesap sona erişemez.

Türkiye’nin sorunları ortaktır , ’herkes için ‘ hukuk ve demokrasi ile çözülebilir.

Yanlış hesap ise milletten döner .