Bir siyaset felsefesi kavramı olarak “Oklokrasi” kısaca; ayak takımı yönetimi şeklinde tanımlanabilir. Siyaset Bilimi yazınında demokrasinin en bozulmuş halini açıklamak için de“oklokrasi” terimi kullanılmaktadır. Bir başka anlatımla oklokrasi, politikaya yetersiz, yeteneksiz, karaktersiz, acımasız, bilgisiz ve etik değerlerden yoksun kişilerin, yani ayak takımının egemen olması halidir ki, bu durum nitelikli insanların siyasetten uzaklaşmasına neden olmaktadır. “Oklokrasi” bir ülkede başların ayak, ayakların baş olması halidir. Oklorasi, bu yönetim biçiminin söz konusu olduğu her yerde, özellikle de seçimle gelinen görevlerde en kötünün en başa, en iyinin en aşağıya geldiği bir negatif seleksiyon sürecinin yaşanmasına neden olmaktadır. Bunun bedelini ise bütün bir toplum, hep birlikte ödemektedir. Bilindiği üzere, her şeyin olduğu gibi yaşamın da bir kalitesi vardır. “Oklokrasi”nin egemen olduğu ülkelerde yaşayan toplumlar, buna katlanmanın bedelini çok ağır ve pahalı bedeller karşılığında çok kalitesiz bir yaşama mahkûm olmak suretiyle ödemek zorunda kalabilirler. Uygarlık tarihi sürecinde ayak takımın siyasal iktidara egemen olması kavramını ilk açıklayan tarihsel şahsiyet milattan önce 427- 347 yılları arasında yaşamış olan antik Yunan filozofu Platon (Eflatun)’dur. Eflatun, günümüze de ışık tutan “Devlet” isimli ünlü yapıtında; bir kurumlar, kurallar ve ilkeler sitemi olarak demokrasinin ideal bir yönetim biçimi olduğunu dile getirmiştir. Ancak ona göre, ideal bir yönetim biçimi olan demokrasinin çok büyük ve çok ciddi bazı zaafları vardır. Eğer demokrasi kuralları halk ve Anayasal kurumlar tarafından çok sıkı bir şekilde denetlenmezse; siyasal iktidarın ayak takımının eline geçmesi olasılığı çok yüksektir. Bu durum Eflatun tarafından “yasasız demokrasi” olarak dile getirilmekte ve demokrasinin yozlaşması terimiyle açıklanmaktadır. Anayasayı özgürlük ve bilgelik karması olarak idealize eden Eflatun’a göre demokrasinin yozlaşması tiranlık yönetimine yol açar. Eflatun, ünlü eseri “Devlet” te bu konuyu şöyle açıklamaktadır: “Demokrasinin esas prensibi, halkın egemenliğidir. Ancak toplumun kendini yönetecekleri iyi seçebilmesi için yetişkin ve iyi eğitim görmüş olması şarttır. Eğer bu sağlanamazsa demokrasi, otokrasiye, tek bir kişinin mutlak, sınırsız biçimde iktidarı elinde tuttuğu bir siyasal sisteme dönüşür. Halk övülmeyi sever. Onun için güzel sözlü halkavcıları (demagoglar)kötü ve yetersiz de olsalar güzel sözlerle halkı uyutup aldatarak başa geçebilirler. Oy toplamasını bilen herkesin devleti idare edebileceği sanılır. Oysa demokrasi bir eğitim işidir. Eğitimsiz kitlelerle demokrasiye geçilirse, oligarşi,(az sayıda kişinin iktidarı elinde bulundurduğu düzen) oluşur. Bu düzen sürdürülürse halkavcıları, (demagoglar) türer. Halkavcılarından (demogoglardan) da diktatörler çıkar” Eflatun’un en az iki bin dört yüz yıl öncesinden XX ve XXI. Yüzyıllarda demokrasi ile yönetilen ülkelerdeki olumsuz gelişmeleri öngördüğü söylenebilir. Belki de Eflatun, Türkiye’de de zaman zaman tezahür eden kötü yöneticiler tarafından kötü bir şekilde yönetilen ve böylelikle yozlaşan demokrasilerin, toplumları ne kadar mutsuz edeceği ve ne kadar büyük bedeller ödeteceği öngörüsüyle demokrasi yoluna hiç sapılmaması gerektiğini önermiştir. Eflatun, ideal bir yönetim için ya iktidar sahiplerinin bilge ve erdemli olmasını ya da bilge ve erdemlilerin iktidar sahibi olması gerektiğini dile getirmiş ve ideal bir yönetim biçiminin ancak güç ile aklın uyumlu birlikteliğiyle mümkün olabileceğini savunmuştur. Ayak takımın siyasal iktidara egemen olması yolları ve sakıncalarını “demokrasinin yozlaşması” kavramıyla ilk açıklayan Eflatun olmasına karşın bu olguyu “Oklokrasi” sözcüğüyle ilk açıklayan ve bu terimi yaratan isim babası ise milattan önce 203- 120 yılları arasında yaşamış olan antik Roma’lı tarihçi ve düşünür Polybius’tur. Polybius “Oklokrasi”yi yozlaşan demokrasi, yani bilgisiz, yeteneksiz, erdemsiz ve etik değerleri olmayan gücün yönetimi ve çoğunluk diktası olarak tanımlamıştır. Polybius ve diğer antik dönem düşünürlerine göre “Oklokrasi” tiranlık ve oligarşi olarak adlandırılan üç "kötü" yönetimden birisidir. 1712-1778 yılları arasında yaşamış olan ve 1789 Fransız Devriminin de düşünce babalarından birisi olan ünlü filozof Jean Jacques Rousseau’ya göre “Oklokrasi” demokrasinin yozlaşmış halidir ve bir çeşit “çoğunluk diktası” anlamına da gelmektedir. Rousseau bu durumu, siyasetteki çıkar ilişkisi nedeniyle nitelikli insanların ve bürokrasinin görevden uzaklaştırılması, politik karar alma süreçlerine dar bir çevrenin egemen olması, yetersiz, bilgisiz, etik değerden yoksun ama kendilerinde büyük güç gören bu kişilerin, karar alma mekanizmasında tek yetkili ve belirleyici güç olarak yer almaları ve böylelikle de demokrasinin yozlaşmasına neden olmaları süreci ve olgusu biçiminde açıklamaktadır. Yine Rousseau’ya göre, demokrasinin zaaf ve boşluklarından yararlanarak yönetimi ele geçirmiş ve kendi “Oklokrasi” yönetimini kurmuş olan ayak takımı güruhu, “keyfi yönetimi yalnız kendilerinde bulunan

başkalarında bulunmayan üstün bir özellik zannederler, diledikleri her şeyi yapmayı kendi hakları görürler. Anayasayı, yasaları, demokratik teamülleri, ahlaki ilkeleri tanımazlar ya da tüm bunları istismar ederek kendi çıkarları için kullanırlar. Demokrasiyle, ahlakla, hakla, hukukla, insanlıkla bağdaşmayan her eylemlerini sanki demokrasinin gereğiymiş ve doğal sonucuymuş gibi sunarlar. Gücü, yani siyasal iktidarı bir kere ele geçirdikten sonra kendi kadrolardan başkasına bir daha asla geçit vermezler ve hayat hakkı tanımazlar. Çünkü kurdukları düzen bir demokrasi değil çoğunluk diktasıdır. 1874 ve 1965 yılları arasında yaşamış olan ünlü İngiliz devlet adamı Winston Churchill, demokrasiye ilişkin düşüncelerini “dünyada mükemmel bir yönetim biçimi yoktur. Bazı zaaf ve bozuklukları olmasına karşın yönetim biçimleri içinde kötülükleri en az olan yönetim biçimi yine de demokrasidir. Demokrasi, “geriye kalan tüm yönetim şekilleri hariç, en kötü yönetim şeklidir.” Ama bugün için demokrasiden daha iyi bir yönetim biçimi olmadığına göre demokrasiyi uygulamaktan ve yaşatmaktan başka seçeneğimiz yoktur” şeklinde açıklamıştır. Aslında, halkın halk için halk tarafından yönetilmesi şeklinde de tanımlanan demokratik yönetimlerin var olabilmesi için bazı koşulların sağlanmış olması gerekir. Örneğin, demokratik yönetimin iyi işleyebilmesi için o toplumda güçlü bir orta sınıfın bulunması, gelir dağılımının nispeten dengeli ve adil bir şekilde dağıtılması, hukukun üstünlüğü ilkesinin yerleşmiş olması, hukukun egemen kılınması, o toplumda yaşayan bireylerin tümünün ekonomik ve sosyal haklarının güvence altına alınmış bulunması gibi koşulların asgari düzeyde bile olsa sağlanmış olması gerekir. Demokrasisi halk tarafından güçlü bir şekilde denetlenemeyen, güçlü bir parlamento denetimine sahip bulunmayan, yönetimin güçlü bir şekilde yargı denetimine tabi tutulamadığı, yönetsel denetimin işlevsel olmadığı ve güçlü, yaygın, yerleşik ve köklü bir demokrasi kültürüne sahip bulunmayan bazı ülkelerde demokrasi ile iş başına gelen kimi partilerin büyük oy çokluğuyla iktidara geldikten sonra, kendilerini iktidara taşıyan demokrasiye son verdikleri görülmektedir. Örneğin, 1930’ların Almanya’sında Hitler, ülkesindeki siyasal çalkantılar ve iç karışıklıklardan da yararlanarak çevresinde topladığı ayak takımı ile 1933’te düşük bir oy oranı ile iktidara gelmiş ve daha sonra Hitler iktidarını “milletin iradesi” ile sağlamlaştırmış ve bu “zafere” dayanarak, gerçek “demokrasiyi”, “oklokrasiye” dönüştürmüştür. Aynı şekilde 1930’ların İtalya’sındaki Faşist Benito Mussolini yönetimi de açık ve somut bir “oklokrasi yönetimidir. Bu örneklerden de açıkça anlaşılacağı gibi “oklokrasi” yönetimleri yalnızca uygulandıkları ülkeleri değil aynı zamanda tüm dünyayı da büyük yıkımlara, acılara ve felaketlere sürükleyebilmektedir. Yönetimin “oklokrasi”ye dönüşmesini engellemek, sakıncalarını gidermek ve ortadan kaldırmak ancak ve sadece tüm kurum, kural ve ilkeleriyle noksansız işleyen ve gerçek bir demokrasiye sahip olmakla mümkündür.

MEÜ E. Öğr. Gör. Uzm. Celal TEZEL