(Bu yazı 2023 Eylül ayında yayın hayatında yerini alan, Balıkesir’de Necati Öğretmen Okulları kitabımın Sonuç bölümünden derlenmiştir)

Avrupa’da ilk modern okullar XII.-XIII. Yüzyıllarda ortaya çıktılar. Öğretmenlik eğitimi veren ilk düzenli kurum Almanya’da 1738’de açıldı (Seminarium).

Osmanlı devletinde modern eğitim ile ilgili ilk adımlar, 1723-1834 arasında atıldı. İlk öğretmen okulu askeri okullara öğrenci hazırlamak için 1838’den itibaren açılan rüştiyelere öğretmen yetiştirmek için kurulan Darülmuallimin-i Rüşti’dir (16 Mart 1848).

Cumhuriyet yıllarında Köy Enstitüleri ve İlköğretmen Okulları, çoğu kırsal kesimde yaşam mücadelesi veren dar gelirli ailelerden gelen gençleri, öğretmen olarak yetiştiren kurumlardı. Gazi Eğitim Enstitüsü(1929), Necati Eğitim Enstitüsü (1944), İstanbul, Bursa Eğitim Enstitüleri ve ardından kurulan diğer Eğitim Enstitüleri, 1960’dan sonra Türkiye’de öğretmen yetiştirme sisteminin bel kemiğini oluşturdular.

1951’de kurulan İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu’nun yanı sıra Ankara’da (1959) ve İzmir’de (1964) birer Yüksek Öğretmen Okulu kuruldu. Bunlar, liselerin, İlköğretmen Okullarının, Eğitim Enstitülerinin öğretmen ihtiyacını karşılayan 4 yıl süreli okullardı.

Böylece İlköğretmen Okulları, Eğitim Enstitüleri ve Yüksek Öğretmen Okulları ile öğretmen yetiştirme, bir sistem bütünlüğü kazandı.

1954-1970 Yılları arasında öğretmen yetiştirme altın dönemini yaşadı. Bu dönemde yetişen öğretmenler, mesleğe saygınlık kazandırdılar.

Bu sisteme giriş, çoğu dar gelirli ailelerden gelen başarılı çocukların, öğretmenleri tarafından parasız yatılı sınavlarına yönlendirmeleri ile başlıyor, öğretmen okullarının seçme sınavlarına yönlendirilmeleri ile devam ediyordu. Öğretmen okullarının inisiyatifinde yapılan seçme sınavlarında adayların öğretmen olmaya uygun olduklarına onları okutacak öğretmenleri karar veriyorlardı. Bugün MEB karar veriyor.

Yüksek Öğretmen Okullarında okuyan beş öğrenciden dördü İlköğretmen Okulu çıkışlıydı. 1970’e kadar öğrenci seçiminde, öğretmende olması gereken özellikler dışında başka bir ölçüt kullanılmadı.

Öğretmen yetiştirme sistemine, seçilerek gelen, çoğu yatılı okuyan, iyi yetişen öğrenciler mezun olduklarında çeşitli okullara atanıyorlardı. Bu gençler kendilerine verilen emeğin karşılığını, mecburi hizmet biçiminde, kamuya kat be kat ödediler.

Öğretmen Yetiştirme 1954-1970 arasında altın dönemini yaşadı. Sisteminin özellikleri şöyleydi:

-  Her öğretim kademesine ayrı ayrı okullaşmalarda öğretmen yetiştirilirdi.

-  Sistemde görev yapan öğretmenler ya Yüksek Öğretmen Okulu ya da Gazi Eğitim Enstitüsü’nün pedogoji bölümü çıkışlıydılar.

-  İlköğretmen Okullarında ve Eğitim Enstitülerinde öğrencilerin yüzde 75’i, Yüksek Öğretmen Okullarında öğrencilerin tamamı yatılı okurlardı.

-  İlköğretmen Okulları ve Eğitim Enstitüleri öğrencilerini kendileri seçtiler.

-  Bu okullarda öğretmen adayları sınıflarını geçebilmek için hem kuramsal hem pratik düzeyde ciddi bir çaba içinde olmak zorundalardı.

-  Mezun olanların öğretmen olup olamayacaklarına, hangi tür okullarda görev yapabileceklerine,  kimin bir üst öğretmen okulunda okuması gerektiğine öğretmenleri karar veriyorlardı.

-  Öğrenciler okul yaşamına ve okulun işleyişine, yöneticilerini kendilerinin belirledikleri öğrenci örgütleri aracılığı ile aktif biçimde katılıyorlardı.

-  Bu okullarda kendine özgü demokratik bir süreç işliyordu.

Bu koşullarda yetişen öğretmenler, ülke yaşamında olumlu anlamda derin izler bıraktılar. Eğitimin kalitesini yükselttiler. Öğretmenlik mesleğinin itibarı, saygınlığı bu dönemde arttı.

1970-1980 arası çatışmalı süreç içinde, bu yapı dağıldı. 1973 Tarihli Milli Eğitim Temel Kanunu her seviyede öğretmenin yüksek öğretim yoluyla yetiştirilmesi şartını getirdi. Bu düzenleme ardından İlköğretmen Okulları 1974 Yılında liseye dönüştürüldüler. Yerlerine iki yıllık Eğitim Enstitüleri açıldı.

İlköğretmen okullarının kapatılması ile kaynağı kuruyan, hazırlık sınıfları kapatılan (1974) Yüksek Öğretmen Okulları MEB’in 18 Temmuz 1978 tarih ve 405.1.37 sayılı kararı ile kapatıldılar.

1980’den itibaren Eğitim Enstitüleri, önce Yüksek Öğretmen Okulu adını aldılar, 1982’den sonra Eğitim Fakülteleri’ne dönüştürüldüler. MEB’e bağlı olmaktan çıkarıldılar, YÖK’e bağlandılar.

1982’den itibaren her kademede ve branşta öğretmen, Eğitim Fakültelerinde yetiştirilmeye başlandı. Bugün, neredeyse her fakülte pedagojik formasyon veriyor. Açık öğretim fakültesi mezunlarına da pedagojik formasyon eğitimi veriliyor. Pedagojik formasyon eğitimi (Öğretmenlik Meslek Bilgisi) vermede inisiyatif, Eğitim Fakültelerinin Eğitim Bilimleri Bölümlerinin elinden alındı.    

3 Şubat 2022’de resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren Öğretmenlik Meslek Kanunu ile MEB, öğretmen yetiştirmeyi bünyesine aldı. Öğretmenin niteliğine artık MEB karar veriyor. Bu yaklaşım içinde öğretmen yetiştirme, siyasi iktidar elinde, devlet memuru yetiştirme sürecinin bir parçası haline gelmiştir.

Dr. Niyazi Altunya, eğitim enstitülerinden sonra gelen Yüksek Öğretmen Okulları dönemini, eğitim enstitülerinin bir tür tasfiye süreci olarak değerlendirir. Haklıdır, Sadece Gazi Eğitim Enstitü’sünde değil, diğer bütün Eğitim Enstitülerinde de benzer gelişmeler yaşandı. 1977-1979 arası çatışmalı dönemde büyük özveri ile Eğitim Enstitülerine sahip çıkan, eğitim öğretimin kesintisiz sürmesini sağlayan eğitimci öğretmenler okullarından uzaklaştırıldılar.

Burada cevap aranması gereken asıl soru şudur: Geçmişte yaşanmış onca iyi örnek, alın teri, göz nuru varken, hala nasıl olup da Türkiye’de bütünsel, sistematik ve etkili bir öğretmen yetiştirme sistemi ortaya çıkarılamıyor?

Temel sorunun, Türkiye’de üniversiteye, öğretmen yetiştirmeye yüklenen rol ile ilgili olduğunu düşünüyorum. Avrupa’da üniversiteler, öğretmen okulları ortaya çıktıklarından itibaren kurallarını, geleneklerini, yöntemlerini (ritüel), terimlerini (ıstılah) kendileri belirlediler.

Türkiye’nin böyle bir şansı hiç olmadı. Türkiye’de siyasi yapılanmada her değişiklik, öğretmen yetiştirmeye bir müdahale ile sonuçlandı. Öğretmen yetiştirmede bir gelenek oluşamadı.

Cumhuriyet, eğitim politikasında ikili bir amaç güttü.  Bir yanıyla Türk Kültürü etrafında kaynaşmış bütünleşmiş bir millet ortaya çıkarmak istedi; bir yanıyla da halkı hurafelerden arındırmaya, sosyal ve ekonomik yaşamı canlandırmaya, insanı modernleşme sürecinde ortaya çıkan teknik yaratışlar ile buluşturmaya ve donatmaya çalıştı.

Ancak bireysel farklılıkları kolektif bilinç içinde eritme yoluyla siyasi birliği yukarıdan aşağıya tesis etme çabası ile gerçekçi, etkinlik merkezli, yer yer kolektivist eğitim anlayışı birbiri ile çelişti. 1970’e doğru gençlik içinde kamplaşmalar ortaya çıktı. 1970’den sonra bu kamplaşmalar çatışmaya dönüştü. Sonuçta fatura 1954’den itibaren başarı ile uygulanan öğretmen yetiştirme sistemine çıkarıldı. Birbiri ile eklemlenmiş kademeli öğretmen yetiştirme, yerini, 1982’den sonra her kademeye öğretmen yetiştiren eğitim fakültelerine bıraktı. Bugün ise Partili Cumhurbaşkanlığı sistemi içinde ise öğretmen yetiştirmede MEB tek belirleyici olarak öne çıkıyor.

Türkiye’de, bugün çağdaş bir devlet haline gelmenin, demokrasi, adalet, uzlaşma, karşılıklı hoşgörü, farklılıklara saygı, hukukun üstünlüğü ve laiklik ilkeleri üzerinden siyasal birliği bütünlüğü koruyup sürdürmenin sorunları ile eğitim sisteminin, öğretmen yetiştirmenin sorunları iç içe geçmiştir. Sonuçta, eğitim sistemi ve öğretmen yetiştirme sistemi,  çağdaş devleti ortaya çıkarabilecek bir sürecin bileşeni olarak kendine özgü kimliğini bulmak zorundadır.

 Umarım geçmişten gerekli dersler çıkarılır, daha fazla zaman yitirilmez.

Kaynak:

Ali Türer. Balıkesir’de Necati Öğretmen Okulları Detay Yayınları: Ankara, 2023.

Edinme adresi: Ateş Fotokopi, Balıkesir. Tel: 0553 672 26 90