Siyasi partiler içinde sıkışıp kalmış neye muhalefet ettiği belli olmayan söylemlere değil, giderek büyüyecek, büyütülecek demokrasi hareketine ihtiyaç var.

Türkiye, tek adam rejimini meşru hale getirmek için planlanmış bir “seçim” süreci yaşadı. Muhalefet eden, oyunu bozacak güce ve kitle desteğine sahip değildi. İnsanlarda umut ve heyecan uyandıracak bakış açısına, stratejiye, kararlılığa ve liderliğe de sahip olamadı.

Lider dediğin rast gele ortaya çıkmaz, gökten zembille inmez, uygun bir iklimi kollar. Gelecek tasavvuru için kitleleri bir araya getirmek üzere ortaya çıkar. Oyun bozar, kitleyi dönüştürür, şekillendirir.

Muhalefet liderini arıyor. CHP ve diğer partiler içinde liderliğe soyunanlar, “yenilik” ve “değişim” kavramlarının içini bir türlü dolduramıyorlar. Geçmişten farklı ne söylüyorlar, nasıl bir değişime işaret ediyorlar, geçmişten gelen neyi değiştirmek istiyorlar, belli değil.

Cumhuriyet, ilanından itibaren ikili bir yolda ilerledi: Ulusal birliği sağlayacak ve toplumu modernleştirecekti. Cumhuriyet, birinci yüz yılını devirdi, ama ne huzur ve istikrar içinde ulusal birlik sağlanabildi ne de muasır medeniyet yakalanabildi. Fakat hala “nerede yanlış yaptık” diye sorulmuyor.

Post modern dünyada, giderek derinleşen karmaşa karşısında, karmaşayı kuşatacak bir çözüm aramak zorundasınız. Bunun yerine, post milliyetçilik ve inanç kardeşliği içinde aidiyet duygusunu tatmine yönelirseniz, karmaşa değirmenine su taşırsınız. İktidarın oyuncağı olursunuz.

İktidar paylaşılmaz, paylaşılırsa iktidar olmaz! Devleti elinde tutan kurtarıcının ve dahi ona muhalefet edenin temel dayanağı buysa, o ülkede demokrasi kültürü oluşmaz. Tersine iktidar taraflar arasında belirlenen kurallar dâhilinde ne kadar paylaşılırsa, o ülkede demokrasi kültürü o kadar olgunlaşır.

Kurumları, yürütme, yasama ve yargıyı elinde tutan, belirli bir aidiyet duygusu ile yaşam biçimini dayatırken, bunun dışında kalanları da güç ve korku temelinde kontrol altında tutmaya çalışıyor. Muhalefetten de iradesini sorgusuz sualsiz kabul etmesini istiyor.

Muhalefet yeni rejiminin bünyede ortaya çıkardığı çıbanları deşerek, kaşıyarak bir sonuca varacağını sanıyor. Dış ve iç politikada milliyetçi söylem ve tutumlarla rejimi aslında meşrulaştırıyor. Toplumda umutsuzluk derinleşirken, insanlar iktidar içindeki saflaşmalardan ve ikiliklerden medet umar hale geliyorlar.

Oysa bu tekçi, ayrımcı, korku ve baskıya dayalı kontrol mekanizmasına esaslı bir alternatif üreterek karşı çıkmanız gerekiyor. İnsanları daha iyi bir gelecek tasavvuru etrafında bir araya getirmek için kolları sıvamak gerekiyor.

  1. kültür ve inanç farklılıklarını, tehdit olarak değil zenginlik olarak gören, insanı pratik yaşamında söz ve karar sahibi yapmayı hedefleyen bir anlayış, tek adam rejimine ciddi bir alternatif olabilir.

Eğitimde insanı kendi yaşantısını düzenlemek, emeğine sahip çıkmak, ortak yaşama aktif biçimde katmak, doğaya, yaşam biçimine sahip çıkacak biçimde aktif, dayanışmacı yetiştirmek amaç olmalı. Laik, bilimsel, demokratik, mesleki eğitim temelinde bir eğitim, ihtiyacımız olan bu. Ekonomi de toplum yararı gözetilmeli. Hukukta insana güven verilmeli. Açık ve şeffaf olmak, denetlenebilir, eleştirilebilir olmak ilke edinilmeli.

Popülizm, milliyetçilik, siyasi ikbali güvence altına alma, yandaşlara alan açma yolu terk edilmedikçe, ortaya, kurtlar sofrasında kendini en yüksek pahaya satmak için her türlü numarayı çevirmeye, her türlü çatışmaya girmeye hazır, değer tanımaz bir nesil çıkıyor. İnsan malzemesi bozuluyor.

Sonuçta bu, sizi, Cumhuriyetin başında benimsenen perspektifin aksine, bütün alanlarda bir orta doğu ülkesi, bir üçüncü dünya ülkesi olmaya taşır.

İlk 100 Yıl içinde Cumhuriyet, kurtarıcılar, siyaset mühendisleri elinde giderek merkezileşti. Günün sonunda bütün kurumlar, merkeziyetçi otoriter yapıyı ayakta tutmaya hizmet edecek biçimde yeniden düzenlendi. Milliyetçilik, İnanç Kardeşliği üzerinden, kendi aidiyet alanlarının duvarlarını güçlendiren, birbirinin gözünü oymaya çalışan, giderek ayrışan, çatışan bir toplum ortaya çıktı.

Cumhuriyetin ikinci yüz yılına böyle giriyoruz.

Milliyetçilik yarışı içinden gerçek bir muhalefet ortaya çıkmaz. Bırakın Lozan güzellemelerini, Kuvâyi Milliye ruhunda nostaljik takılmayı da, hatalarınızdan ders çıkarıp bunu tersine nasıl çevirebilirsiniz, buna kafa yorun.

Bunun kestirme bir yanıtı var: Bu güne kadar yaptığınızın tersini yapacaksınız. Katılımcı parlamenter demokrasi projesi içinde farklı bir gelecek tasavvuru oluşturacak ve buna halkı inandıracaksınız.

Öncelikle, bütün kültürlerin, farklılıkların kendi özgün katkısını verebileceği bir gelecek tasavvurunda ortaklaşmış bir Demokrasi Cephesine, Demokrasi Hareketine ihtiyaç var. Kendine Sosyalist, Sosyal Demokrat, Sol liberal, Liberal diyenler; küçük hesapları, nostaljik takılmayı, köşelerinde sahip oldukları konforu bırakıp bu çağrıya kulak vermeliler.

Böyle bir platform doğal olarak, Kürt halkının insan haklarından kaynaklı ana dilde eğitim gibi meşru haklarını, hiçbir komplekse kapılmadan sonuna kadar savunmalıdır. Öte yandan halka güven vermesi, kitleselleşmesi, şiddet ve güç kullanmayı kesin biçimde ret etmesine bağlıdır.

Yeni bir gelecek kurarken toplumun bir kesimine ön koşul dayatamazsınız. Kafanızdaki prangalardan kurtulmadan bir sonuç alamazsınız. “Anayasanın ilk dört maddesine dokundurtmam” kafasıyla demokrat olunmaz.