"..Taçsız kral Metin Oktay’ın, 68 Kuşağının devrimci önderleri Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idamlarını önlemek amacıyla sokak sokak dolaşıp imza topladığı, yıldız futbolcu Metin Kurt’un DİSK’e bağlı Futbolcu Sendikası kurma girişimlerinde bulunduğu..."

İçinde yaşadığımız şu son günlerde, ülke ve toplum olarak birbiri ardına aldığımız sansasyonel haberler nedeniyle hayli ilginç bir süreçten geçiyoruz. Deyim yerindeyse, haberlerin ve olayların hızına ayak uydurmak neredeyse mümkün olamıyor. 2023 Yılının hemen hemen tamamında yüksek enflasyon, temel gıda fiyatlarının yüksekliği, hayat pahalılığı, geçim sıkıntısı ve işsizlik gibi ekonomik konular gündemi meşgul ederken; yılın son ayına da faizlerin yükselmesi, asgari ücretin tespit edilmesi, bütçe açıkları ve yerel yönetim seçimlerinde siyasal partilerin izleyecekleri politikaların belirlenmesi gibi konu başlıkları ve tartışmalarla girdik. Derken Aralık Ayı’nın 23’ünde Kuzey Irak’tan gelen 12 şehit haberi tüm ülkeyi derinden derine sarstı. Bu haber üzerine toplumsal gündemin öteki tartışmalı konularını bir anda unutuverdik. Şehit haberleri, gündemin birinci öncelikli maddesi olarak yoğun ve yaygın bir şekilde hemen hemen her yer ve ortamda tartışılmaya başlandı. Bu arada, CHP’nin çiçeği burnunda Yeni Genel Başkanı Özgür Özel’e Manisa’daki şehit cenazesinde yapılan sataşma ve provokasyon bir anlamda Eski Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu’na Ankara’nın Çubuk ilçesinde yapılan saldırıyı anımsattı. Aşıldı zannedilen travmaları yeniden canlandırarak büyük bir üzüntü yarattı. Hemen ardından, TİP Hatay Milletvekili Can Atalay’a ilişkin Anayasa Mahkemesince verilen 2. Hak ihlali kararına da yerel mahkemece uyulmaması ve bütçe görüşmeleri sırasında Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in cemaat ve tarikatları STK olarak değerlendiren ve bunlarla protokol yaptıklarını bildiren açıklaması da işin tuzu biberi oldu. Ancak gündemi asıl allak bullak eden, toplumsal tartışma ve çalkantıları doruk noktasına ulaştıran ve sonuçları itibariyle ülkemiz futbolunu daha uzun yıllar boyunca etkileyecek olan asıl skandal haber ise Suudi Arabistan’ın Başkenti Riyad’dan geldi. 29 Aralık Cuma günü akşamı iki ezeli rakip Fenerbahçe ve Galatasaray’ın yapacakları Süper Kupa Maçını izlemek üzere televizyonları başına geçenler, bugüne kadar hiç görmedikleri hatta tahayyül bile edemedikleri görüntülerle karşı karşıya kaldılar. Maçın başlama saati gelmiş, ancak takımlar sahaya çıkmadıkları gibi takım kadroları bile açıklanmamıştı. Suudi Arabistanlı yetkililerin Türk Bayrağını, İstiklal Marşını ve takımların Atatürk posterli formalarla ısınmaya çıkmalarını pazarlık konusu yapması ve Fenerbahçe Takımının sahaya “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” pankartıyla çıkmasına izin verilmemesi nedeniyle takımların sahaya çıkmayacakları ve maçın oynanmayacağı haberleri gelmekteydi. İlginçtir, böyle bir ortamda bile yandaş yayıncı kuruluş, sanki hiç bu gelişmeler yaşanmıyormuş ve maç biraz gecikmeli de olsa normal biçimde oynanacakmış gibi yayınlarına devam ediyordu. Sadece bu görüntüler bile gerçek gazete ve televizyonculuktan ve objektif habercilikten ne kadar uzaklaşıldığının somut bir göstergesi gibiydi. Nitekim kısa bir süre sonra maçın oynanmayacağına ve takımların yurda dönüş yapacaklarına ilişkin resmî açıklamamalar yapıldı. Süper Kupa Maçının Riyad’da oynanacağı alay-ı valayla duyurulmuş, THY bunun için bilet fiyatlarında indirime gitmiş ve “umre” promosyonlu seferler düzenlemişti. Heyetler, özel konuklar ve takımlar Riyad’a gitmiş tüm hazırlıklarını yapmış ve seyirciler tribünlerdeki yerlerini almışlardı. Maçın oynanması için her şey hazırdı. Ama, bilinen neden ve gerekçelerle takımlar sahaya çıkmadılar. Ve gerisin geriye İstanbul’a döndüler. Böyle bir durum görülmüş ve işitilmiş bir şey değildi. Bu nedenle bu olay, daha şimdiden başlı başına büyük ve adı gibi süper bir skandal olarak Türk futbol tarihine geçti. Tabii bu süper skandalın patlak vermesinin hemen ardından olayın sorumluları, nedenleri ve gerekçeleri aranmaya, olası sonuçları tartışılmaya başladı. TFF en önemli gerekçe olarak Türk futbol takımlarının mali kriz içinde olduklarını ve kaynak yaratmak için maçın Riyad’da oynanmasına karar verildiğini açıkladı. Elbette taçsız kral Metin Oktay’ın, 68 Kuşağının devrimci önderleri Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idamlarını önlemek amacıyla sokak sokak dolaşıp imza topladığı, yıldız futbolcu Metin Kurt’un DİSK’e bağlı Futbolcu Sendikası kurma girişimlerinde bulunduğu, forma aşkından asla ödün vermeyen Centilmen Lefter’lerin ve sinyor lakaplı Can Bartu’ların devirleri çoktan geçmişti. Ve futbol artık başlı başına bir endüstri haline gelmişti. Futbol takımları çok büyük ekonomik ve mali kaynaklara ihtiyaç duyuyorlardı. Ancak bunun gibi ileriye sürülebilecek hiçbir gerekçe, Galatasaray ve Fenerbahçe gibi tarihsellikleri, kendilerine özgü kültürleri, gelenekleri ve milyonlarca taraftarları olan, Türkiye’nin dünya çapında tanınmış ve markalaşmış takımlarını, petro-dolar zengini Arap Şeyhlerini eğlendirmek için gezici sirklerin ip

cambazları gibi oradan oraya taşınmak gibi bir uygulamayı haklı göstermek için yeterli olamaz. Nitekim, daha baştan yanlış alınmış olan bir karar; “olmayacak duaya âmin denmez” atasözümüzde ifade edildiği gibi tüm baskı ve zorlamalara karşın gerçekleşmemiş ve söz konusu kupa maçı oynanmamıştır. Maçın oynanmaması hemen hemen tüm ülkede taraflı tarafsız herkes tarafından büyük bir memnuniyetle karşılanmıştır. Tabii böyle bir sonuç için içten içe içerleyenler de vardır. Süper Kupa maçının oynanmaması, çoktandır skandal hakem kararlarıyla, hakemlere yönelik şiddet olaylarıyla ve çeşitli müessif olaylarla çalkalanan Türk futbolunda yaşanan en son ve en büyük skandal olmuştur. Klasik bir söylem olacak ama, eskiler camiye, kışlaya, mektebe ve spor sahalarına siyasetin sokulmaması gerektiğini ifade ederlerdi. İşte Türk futbolundaki asıl sorun, spor yönetiminin, futbol kulüplerinin ve hakem kurulu gibi spor yönetiminde önemli fonksiyonları olan kurulların aşırı derecede siyasallaşması olarak ortaya çıkmaktadır. Görünen odur ki, başta futbol olmak üzere tüm spor dallarının yönetimleri siyasetten arındırılıp özerk bir yapıya kavuşturulmadan bu tip skandalların ve müessif olayların önü alınamayacaktır. Kamuoyunun beklentisi, “bir musibet, bin nasihate bedeldir” misali hatalardan ders çıkartılması ve aynı hatalı uygulamalarda ısrar edilmemesidir. Yoksa Türk futbolu daha da artan bir hızla gerilemeye devam edecektir.

MEÜ. Öğr. Gör. Uzm. Celal TEZEL