Geçtiğimiz yıllarda “hit” olmuş, neredeyse dillerden düşmeyen çok ünlü ve çok duygulu bir şarkımızın sözleri “Takvimlerden haberin yok mu geçiyor yıllar//Bana küsmüş yüzüme gülmez zalim aynalar” mısralarıyla başlayıp “Kimimiz yorgun, kimimiz pişman, kimimiz isyankâr//Acı gerçek bu ömrümüz bir su; geçiyor yıllar” dizeleriyle, gönüllerde hoş bir esinti bırakarak uzayıp gidiyor. İşte bizler de tıpkı bu şarkının sözlerindeki gibi yıllarımızı bir akar su gibi geçiriyoruz. Şöyle bir düşünsenize, sanki bir göz açıp kapayıncaya kadar koskoca bir yılı daha geride bıraktık. Şunun şurasında hiç bitmeyecekmiş gibi sandığımız 2025 Yılını bitirip, yeni bir yıl olarak 2026’yı karşılamamıza bir elin parmakları kadar sayılı günler kaldı. Tabii, çok eski yıllardan beri yeni bir yıl yaklaşırken mevsimlerle, yıl ve ay kavramlarıyla, takvim sistemleriyle ve en önemlisi de tüm bu kavramlarla doğrudan doğruya bağlantılı olan “zaman” kavramıyla ilgili söyleşiler yapmak adeta bir yeni yıl karşılama alışkanlığı olmuştur. Bilindiği gibi “zaman” kavramının hiç değişmeyen, bazı karakteristik özellikleri vardır. Bu özelliklerin belli başlıları şunlardır: ilk olarak belirtmemiz gerekirse, zaman ikame edilemez, ertelenemez, biriktirilip tasarruf edilemez, alınıp satılamaz ve ödünç alınıp verilemez. Ve en önemlisi de akışı hiçbir zaman kesintiye uğratılamayan ve durdurulamayan “zaman” hep ileriye doğru akar ve sonsuzluktan gelip sonsuzluğa doğru uzayıp gider. İşte “zaman” kavramının bu özgün özellikleri nedeniyle, insanoğlu, yeryüzünde var olduğu ilk günlerden beri bu “zaman” kavramı üzerinde kafa yormuş ve Zaman’ı kavrayacak veya Zaman’ı programlayacak kimi çalışmalar yapmıştır. Bu çalışmalar sonucunda meydana getirilmiş olan olan en önemli buluş “Takvim Sistemleri” olmuştur. TDV İslam Ansiklopedisinde takvim “doğrultmak, düzeltmek; değerini belirlemek” şeklinde tanımlanmıştır. Yine aynı ansiklopedide bir kavram olarak “takvim” sözcüğü “bir olayın belli bir başlangıca göre akıp giden zaman içerisindeki yerini, boyutlarını verme” ve “bunu veren belge” olarak tarif edilmiştir. Bu tarifte söz konusu edilen boyutlar yıl, ay, gün sayısı ve gün adı şeklinde belirlenmiştir. İnsanoğlunun taş üzerine kazılı “Antium Takvimi” ile başlayıp miladi takvime kadar gelen bir takvim geliştirme süreci vardır. Her uygarlık ay veya güneş yılını esas alıp bir de kendine göre önemli saydığı bir tarihi başlangıç noktası kabul ederek, kendine özgü bazı değişik takvim sistemleri geliştirmiştir. Tarihteki ilk takvim sistemlerinin Antik Sümer ve antik Mısır uygarlıkları tarafından meydana getirildiği ve kullanıldığı bilinmektedir. Tarihin ilk yazılı kaynaklarından birisi olarak kabul edilen Heredot Tarihi adlı eserde takvim hakkında çeşitli bilgiler veren Tarihin Babası Herodot, “insanlar arasında mevsimleri on iki bölüme ayırıp ilk defa yılı bulanların Mısırlılar olduğunu yazmıştır. Herodot’a göre antik Mısır takvimi, Nil Nehrinin yıllık taşmaları esas alınarak hazırlanmıştır. Yeryüzündeki ilk takvimler, taş üzerine kazılarak oluşturulmuştur. Arkeolojik kazılarda bulunan en eski takvim “Antium takvimi”dir. Her ayın bir sütuna denk geldiği bu takvimde günler ve özel bayram günleri de belirtilmiştir. Avrupa’da Demir ve Tunç çağında uygarlık kurmuş olan Galyalılar döneminde mevsimlere göre gece ve gündüzün uzunluğunu gösteren bronz kurs biçiminde takvimler kullanılmıştır. Bazı arkeolojik araştırmalarda birinci yüzyıldan itibaren papirüs tomarlarına yazılmış takvimlere rastlanmıştır. Sümerlerde uzun dönemli takvimlerden önce, her yıla ayrı bir ad verilen kısa dönemli takvimler görülmektedir. Mısır’da ilk takvim denemeleri MÖ 4000’li yıllarda yapılmıştır. Kullanılan takvimlerden en eskisi Sirius adlı bir yıldıza göre oluşturulmuştur. Yeryüzünde, dünyanın güneş etrafındaki dönüş olgusuna ilişkin belgeye dayalı ilk güneş ölçümü milâttan önce 432 yılında Atinalı Meton ve Euktemon tarafından yapılmıştır. İkinci ölçüm, Sisamlı Aristarkhos tarafından MÖ 280’de yine bir yaz gün dönümü ölçümü olarak İskender’in ölümünün 44. yılına rastlayan günde gerçekleştirilmiştir. Bu ölçümler, iki ölçüm arasındaki gün-saat farkını geçen yılların sayısına bölerek güneş yılı süresini belirliyor ve bir güneş takvimi oluşturulabileceği anlamına geliyordu. Bu aşamada yapılan hesaplamalarda bir güneş yılı süresi 365,25 günden biraz daha kısa bir süre olarak saptandı. Ve tarihin bu ilk güneş takvimine Kanopus (Tanis) takvimi adı verildi. Üçüncü ölçüm, İznikli Hipparkhos tarafından milâttan önce 146 yılında yine eski Mısır takvimine göre ilkbahar ılınımı 24 Mart günü ve sonbahar ılınımı 26-27 Eylül gecesi olarak gerçekleştirildi. Böylece ilkbahar + yaz ile sonbahar + kış yarı yıl süreleri de belirlenmiş oldu. Daha sonra Romalı devlet adamı Julius Caesar (Jül Sezar), İskenderiyeli gökbilimci Sosigenes’i Roma takvimini düzeltmekle

görevlendirdi. O da tarihteki 3’üncü güneş takvimi olan ve bir yılı 365 gün ve 6 saat olarak hesaplayan Jülyen takvimi oluşturdu. Roma İmparatoru Jül Sezar, yılın başlangıcını 1 Ocak’a çekti. MÖ 46 yılında kabul edilen Jülyen takvimi hemen hemen 16’ncı yüzyılın sonlarına kadar kullanıldı. Dördüncü güneş ölçümü, MS 140 yılında İskenderiyeli ünlü astronom Batlamyus (Ptolemaios) tarafından 22 Mart, 24-25 Haziran ve 25 Eylül günlerinde Mısır’da yapmıştır. Batlamyus güneş yılı süresinin 365,5 günden biraz daha kısa olduğunu teyit etmiştir. Ayrıca ilkbahar ve yaz sürelerini doksan üç gün on üç saat ve doksan üç gün beş saat olarak hesaplamıştır. Çok ilginçtir, Batlamyus (Ptolemaios) tarafından hesaplanan bu süreler, bugünkü ölçmelere en yakın olan sürelerdir. Batlamyus’un gök bilimi ve takvim bilimine yaptığı en önemli katkılardan birisi de Sirius yıldızının helyak doğuş gününü uzun yıllardan sonra bir kere daha saptaması olmuştur. Mısırlılar, gökyüzünün en parlak yıldızı olan Sirius’un iki doğuşu arasındaki 365 günlük süreyi bir yıl olarak kabul etmişlerdir. İbraniler Haham Hilel tarafından oluşturulan ve ayın dünya etrafındaki dönüşünü esas alan “yaratılış takvimi” adını verdikleri bir takvimi kullanmışlardır. Latin Amerika’da kendilerine özgü bir uygarlık kurmuş olan Mayalar ise, yıllık bir süreyi esas almak yerine hem geçmişe ve hem de geleceğe yönelik bir model olan ve adına Maya Takvimi denilen bir takvimi oluşturmuşlardır. Babilliler ve Yunanlar da yılı 12x29,5=354 gün kabul eden bir takvim kullanmışlardır. Ancak takvimlerini güneş yılına yaklaştırmak ve mevsimlerle olan uyumsuzluğu düzeltmek için Babilliler her üç yılda araya 1 ay, Yunanlar ise her sekiz yılda araya 3 ay ilave etmişlerdir. Türkler de tarih sahnesine çıkışlarıyla birlikte kendileri için önem taşıyan olayların ve günlerin tarihlerini belirlemek amacıyla adına “On İki Hayvanlı Türk Takvim Sistemi” dediğimiz bir sistemi geliştirmişlerdir. Modern takvimlerin temelini ise son şeklini MS 8’inci yüzyılda imparator Agustus döneminde alan ve adına Jülyen takvimi dediğimiz takvim oluşturmaktadır. Jülyen takvimi, Papa XIII. Gregorius tarafından 1582’de yeniden düzenlenmiş ve adına Gregoryen (Miladi) takvimi denilen yeni bir takvim oluşturmuştur. Türkler tarihleri boyunca sırasıyla şu takvim sistemlerini kullanmışlardır. 1-On iki hayvanlı Türk takvim sistemi 2-Hicri takvim sistemi 3-Celâli takvim sistemi 4-İlhanlı takvim sistemi 5-Rumi takvim sistemi 6-Takvîm-i Garbi sistemi ve olarak 7-Miladi Takvim Sistemi’dir. Osmanlılar döneminde 1839 Yılında başlayan Tanzimat dönemine kadar her alanda geçerli resmi takvim olarak “Hicri Takvim” kullanılmıştır. Ancak, Hicri Takvim’in resmi işlerde gereken bazı ihtiyaçlara cevap verememesi üzerine resmî işlerde hicri takvim yerine güneş esasına dayanan fakat yıl rakamı hicri olan bir takvime ihtiyaç duyulmuştur. Bu sıralarda Defterdarlar, zaten uzunca bir süreden beri takvim düzeltmeleri üzerinde çalışmaktaydılar. Bu çalışmalar kapsamında 1579 tarihinden itibaren mali kayıtlarda özel bir güneş takvimi zaten kullanılmaya başlanmıştı. Fakat bu takvim de yaşanan karmaşaya tam bir çözüm getirmediği için ve Avrupa ile de uyum sağlanabilmesi amacıyla Başdefterdar Hasan Paşa’nın önerisiyle 1677 yılında adına “Rumi takvim” denilen yeni bir takvim sistemine geçildi. Ülkemizde 21 Şubat 1917 tarihinden sonra “Takvîm-i Garbi” ile kısmen Avrupa ülkelerinde kullanılan takvim kullanılmaya başlanmıştı. 26 Aralık 1925 tarihinde çıkartılan 698 sayılı “Takvimde Tarih Mebdeinin Tebdili Hakkında Kanun”la da resmen miladi (Gregoryen) takvime geçilmiş oldu. Dünyada bugün en yaygın olarak kullanılan, en gelişmiş ve en modern takvim işte, ülke olarak günümüzde de halen kullanmakta olduğumuz miladi takvimdir. Çeşitli takvim sistemlerinde ay adları da farklılık göstermektedir. Türkiye’de geçmişte kullanılan Hicri Takvimde, Rumi Takvimde ve halk arasında kullanılan Halk Takviminde ay ve mevsim adları çeşitli farklılıklar göstermektedir. Son olarak kabul edilen Miladi (Gregoryen) takvimde yer alan ay adları, bunların kökenleri ve anlamları özetle şöyledir. Ocak (January): Rumi takvimdeki adı Kânûn-ı sânî’dir. Kânûn, Süryanice bir sözcük olup “ocak, fırın” anlamlarına gelmektedir. Bu ayda havalar iyice soğuyup ocaklar yakılmaya başlandığı için bu aya Ocak ayı adı verilmiştir. Ocak ayının Antik Roma'daki adı Januaris'dir. Janus, Roma mitolojisinde imgelenen ve iki yüzü olan bir tanrının adıdır. Şubat (February): Süryanice kökenli bir sözcüktür. Arami ve İbrani takviminin “onbirinci ayı" anlamını taşıyan sözcükten alınmıştır. Bu sözcüğün Akat dilindeki şabāṭu "vurma, çarpma, yıkma" sözcüğü ile eş kökenli olabileceği sanılmaktadır. Ancak bu bilgi kesin bir bilgi değildir. Antik Roma'daki adı Februarius'tur. Februum sözcüğü Latincede “arınma” anlamına gelmektedir. Februa sözcüğü ise Romalıların günahlarına kefaret olarak kurban keserek kutladıkları ve adına “Arınma Festivali” dedikleri şenliğe verdikleri addır. Ayrıca Februarius Ayı da Antik Roma'da yılın son ayı olduğu için

“yeniden doğuş veya zamanın başlangıcı” gibi değişik anlamlar da taşımaktadır. Mart (March): Antik Roma'da yılın ilk ayı olup Latince adı Martius'tur. Bu ay adını Roma mitolojisinde Savaş tanrısı olarak betimlenen Mars'tan almaktadır. Eski çağlarda kış bastırınca ara verilmek zorunda kalınan savaşlara bu ayda kaldığı yerden devam edilirdi. Bu aya, savaş tanrısının adının bu nedenle verildiği varsayılmaktadır. Nisan (April): Süryanice kökenli “nisannus” sözcüğünden gelmektedir. Yılın dördüncü ayı anlamını taşımaktadır. Antik Roma’da bu aya “Aprilius” denirdi. Ve bu ay, aşk ve güzellik tanrıçası Afrodit'in ayı olarak kabul edilirdi. Mayıs (May): Bu ayın adı, Roma mitolojisindeki bahar ve bereket tanrıçası olan Miai'den gelmektedir. Antik Roma’da, Mayıs ayında tanrı Miai için şenlikler düzenlenir ve adına “Miai Bayramı” denilen bir bayram kutlanırdı. Haziran (June): Süryanice kökenli “hazuran” sözcüğünden gelmekte olup “sıcak” anlamını taşımaktadır. Bu sözcük aynı zamanda, sıcakların başladığı zaman anlamına da gelmektedir. Roma'daki adı Junius’tur. Bu ayın da adı Antik Roma mitolojisinde yine bir tanrıça adı olan Juno'dan gelmektedir. Latincede, genç ve gençlik anlamlarını da taşımaktadır. Temmuz (July): Temmuz ayı, Antik Babil'de üreme ve bereket tanrıçası Tamuza'nın ayı olarak kabul edilirdi. Bu ayda tanrıça Tamuza için dam (Süryanicede kadın demektir) kökünden gelen Dumuzi adında festivaller düzenlenirdi. Antik Roma'da Sezar, Jülyen takvimini oluşturulurken bu aya kendi adını vermiştir. Ağustos (August): Adı, İmparator Octivivus'un ünvanı olan Augustus'tan gelmektedir. Octivivus’un en görkemli icraatlarından biri olan İskenderiye'nin fethini bu ayda gerçekleştirince Sezar döneminde adı Sextilis (altıncı ay) olan bu ayın adı “Augustus”a çevrilmiştir. Eylül (September): Süryanicede aylul (üzüm), yani "üzüm ayı" anlamına gelmektedir. Roma'daki adı September olup yedinci ay anlamına gelmektedir. Latincede “septi” sözcüğü 7 (yedi) rakamının adıdır. O zamanlar Mart ayı, yılın ilk ayı olarak kabul edildiği için Eylül ayı takvimdeki 7’nci aya isabet etmekteydi. Ekim (October): Rumi takvimdeki adı, Süryanice kökenli Teşrîn-i evvel (ilk teşrin) sözcüğüdür. Bu ayda tarlalar sürülüp ekim-dikim yapılıp için bu aya Ekim adı verilmiştir. Latincede “October” sözcüğü sekizinci ay anlamına gelmektedir. Kasım (November): Rumi takvimdeki adı, Süryanice kökenli Teşrîn-i sânî (son teşrin) sözcüğüdür. Miladi takvim kabul edilirken bu aya Arapça kökenli, ayıran, bölen anlamlarına gelen “kasım” adı verilmiştir. Bunun nedeni ise, Halk takviminde, yılın ve mevsimlerin Kasım ayından itibaren 180 günlük süreler halinde Ruz-i Kasım ve Ruz-i Hızır diye ikiye ayrılmış olmasıdır. Antik Roma'daki adı “November”dır. Bu sözcük Latincede dokuzuncu ay anlamına gelmektedir. Aralık (December): Miladi takvim kabul edilirken bu aya Türkçe bir sözcük olan “Aralık” ayı adı verilmiştir. Bunun nedeni ise, bu ayın eski yıl ile yeni arasında sıkışıp kalmış olan bir ay olmasıdır. Aralık ayının Antik Roma'daki adı “December” sözcüğüdür. Bu sözcük Latincede “onuncu ay” anlamına gelmektedir.

MEÜ E. Öğr. Gör. Uzm. Celal TEZEL