"..Eskiden küçük şeylerle mutlu olurduk. Şimdi her şey elimizin altında ama göz göze gelmeden, bir tebessüm paylaşmadan yaşıyoruz. İnsanlığımızı unuttuk..."
Küçükken isteyip de alamadığımız ne varsa, büyüyünce alınca çok mutlu olurum sanmıştım. Ama yanılmışım... O zamanlar kuru bir ekmeğin bile tadı doyumsuzdu. Şimdi her şeye sahip gibiyiz ama hiçbir şeyin tadı yok.
Günümüz teknoloji çağı… Eşler, çocuklar, arkadaşlar aynı sofrada oturuyor ama birbirlerinin gözlerine bakmıyor. Konuşmalar kısa, temas yok. Herkesin elinde bir telefon, bir ekran… Gözler ekranlarda ama kalpler birbirinden uzak.
Koşuşturuyoruz… Sürekli bir şeyleri yetiştirmeye çalışıyoruz. Borçları ödeyelim, ev alalım, çocukların geleceğini planlayalım derken, kendimizi unutuyoruz. Oysa hayat biriktirmek değil, yaşamak meselesi. Ve bunu hep erteliyoruz. Ama mezarlıklar, işini yarım bırakanlarla dolu… Çünkü ölüm, plan tanımaz.
Eskiden mahallelerde herkes birbirini tanırdı. Şimdi aynı apartmanda kapı komşusunun kim olduğunu bilmiyoruz. Kız istemeye gidince bile herkes telefonda… Bayramda, cenazede, hasta ziyaretinde, çocuk doğumunda… Herkes kısa bir hoşbeşten sonra ekrana gömülüyor.
Teknoloji elbette güzel… Kolaylık sağlıyor. Ama biz duygularımızı onun gölgesinde kaybettik. Duygusuz, soğuk, mesafeli bireyler olduk. Ne sevincimizi paylaşabiliyoruz, ne acımızı. Gülüşlerimiz bile filtreli artık...
Bu gidişat iyi değil. Birbirimize dönmeliyiz. Göz göze bakmayı, dokunmayı, gerçekten dinlemeyi yeniden hatırlamalıyız. Çünkü insanı insan yapan duydukları, hissettikleri ve yaşattıklarıdır.
Yoksa her şey elimizin altında olsa da, kalbimiz bomboş kalacak.