Ülke olarak yeni bir yerel yönetim seçimlerine doğru hızla ilerliyoruz. 31 Mart’ta yapılacak seçimler dolayısıyla oy kapma ve öne geçme yarışına girmiş olan siyasal partilerimiz art arda seçim vaatlerini sıralıyorlar. Neler yok ki bu vaatler içerisinde? Adaylarımız kendilerine oy verilmesi karşılığında neredeyse ölümsüzlüğü bile vaat edebiliyorlar. Son olarak AKP İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Murat Kurum, kentte yaşayan her emekliye ayda 2 bin TL, Ankara Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Turgut Altınok ise 5 bin TL destek ödemesi yapacağını açıkladı. Tabii bu doğrudan doğruya bir belediyecilik vaadi değildir. Bu bir sosyal güvenlik vaadidir. Adaylar neden böyle çok çeşitli alanlarda ve çok farklı vaatlerde bulunabiliyorlar? Çünkü günümüzde yurttaşların belediyelerden beklentileri çok değişmiş, çok farklılaşmış ve çok çeşitlenmiştir. Belediyelere yüklenen görevler ve belediye işlevleri çok artmıştır. İnsanlar doğaları gereği, kaçınılmaz ve zorunlu olarak yer, mekân ve zaman dediğimiz üç boyutta yaşarlar. İnsanların, küçük ya da büyük topluluklar halinde yaşadıkları yerler köy, kent, metropol ve megapol gibi çeşitli şekillerde sınıflandırılabilir. Kentlerin başta siyasal olmak üzere, ekonomik, mühendislik, mimari, felsefi, sosyolojik açılardan yapılmış çok çeşitli tanımları vardır. Genel olarak kentler; insanların iş birliği ve dayanışma içerisinde üzerinde bir araya geldikleri, ortak sorunlarını çözmeye, ortak ihtiyaçlarını gidermeye çalıştıkları, güvenlik içerisinde sürekli olarak bir arada yaşama arzusu içerisinde bulundukları toprak parçaları ve üretim araçlarının, sermayenin, ihtiyaçların toplanmış olduğu yüksek zevklerin temsil edildiği yerleşim yerleri” şeklinde tanımlanmaktadır. Sosyolojik bir tanıma göre ise kent; göçebe obalarından ve yerleşik köy kültüründen daha üst düzeyde bir eğitim, bilim, sanat ve kültür düzeyini, daha üst düzeyde, incelmiş zevklerle içselleştirilmiş sosyal bir yaşam biçimini ve gelişmiş bir uygarlık düzeyini ifade etmektedir. Dolayısıyla kent dediğimiz yerler, sadece nüfusun arttığı ve binaların çoğalarak yaygınlaştığı yerler değildir. Toplumun daha üst düzeyde ve daha karmaşık bir yapıda örgütlendiği, iş bölümünün ve uzmanlaşmanın yaygınlaştığı ve sosyal sınıfların oluşarak geliştiği yerleşim yerleridir. Görüldüğü gibi, başlı başına eğitim, kenti diğer yerleşim yerlerinden ayıran belirgin özelliklerin en başında gelmektedir. Dolayısıyla kent ya da kentli olabilmek için, kent yaşamında en başta çağdaş, demokratik ve laik bir eğitim ve bilim faaliyetine özel bir önem verilmesi gerekmektedir. Ancak geliniz görünüz ki, kapitalist ekonomik sistemin hâkim olduğu ülkemizde, eğitim ticari bir mal gibi alınıp satılır hale getirilerek metalaştırılmıştır. Fırsat eşitliği yok edilmiş ve her düzeyde eğitim alabildiğine özelleştirilmiştir. O kadar ki. Türkiye’deki özel okullaşma oranı bütün AB ülkelerinden daha yüksek oranlara ulaşmıştır. Doğrudan doğruya eğitim faaliyetlerini sürdürmek elbette ki belediyelerin başat görevlerinden birisi değildir. Mevcut mevzuat eğitim konusunda belediyeleri son derece sınırlandırmıştır. Bu nedenle kent yönetimleri, eğitime katkı ve destek veremez hale getirilmiştir. Ülkemizde ne yazık ki, kamucu değil, rantçı bir belediyecilik anlayışı yerleştirilmeye çalışılmıştır. Nitekim Türkiye’de belediyelerin sürekli, düzenli ve yüksek nitelikli eğitim faaliyetleri hemen hemen yok denecek kadar azdır. Belediyeler, eğitime ancak gelip geçici bazı yüzeysel destekler yapabilmektedir. Eğitim temel bir insan hakkıdır. Bu nedenle mümkün olan en kısa sürede eğitimde özelleştirmelerden vazgeçilmeli, eğitim her düzeyde devletleştirilmeli ve parasız hale getirilmelidir. Kent yönetimleri bu amaca katkı sağmalı ve bu mücadeleye omuz vermelidir. Belediyeler, o kentte yaşayan her bireyin kendisini yeteneklerinin en üst noktasına kadar eğitebilecekleri ortamların yaratılması için özel bir çaba harcamalıdır. Sağlıklı ve başarılı bir eğitimin yolu, her öğrenim basamağındaki öğrenciler için sağlıklı beslenmeden geçmektedir. Bugünün eğitim dünyasında, beslenme ile akademik başarı arasında doğrudan doğruya bir bağ olduğu gerçeği artık bütün eğitimciler tarafından kabul edilmiştir. Bazı büyükşehir belediyelerinin bu yöndeki uygulamaları çok güzeldir. Ama sorunun kalıcı bir şekilde çözümü için yeterli değildir. Bu nedenle kent yönetimleri bu beslenme sorununu kökten çözecek kalıcı sistemler geliştirmeli ve gerekli örgütlenmeleri yapmalıdırlar. Bu husus, dünyanın her yerinde sosyal belediyeciliği uygulayan sol, sosyal demokrat ve demokratik sosyalist belediyeciliğin de en önemli görevlerinden birisidir. Günümüzün çağdaş kentleri, öğrenen ve öğreten kentlerdir. Bu nedenle ülkemizdeki kent yönetimleri, kente yaşayan her öğrencinin ve hatta her bireyin bilişim teknolojilerini kullanmayı öğrenecekleri mekanlar yaratmalı, onları ileri derecedeki bilişim teknolojisi araç ve gereçleriyle

tanıştırmalı ve bu teknolojileri kullanmalarına olanak sağlamalıdırlar. Ve onları maddi, eğitsel ve araçsal yönden desteklemelidirler. Günümüz dünyasında okul öncesi eğitimin önemi ve yararı iyice anlaşılmıştır. Bu nedenle dünyanın çoğu ülkesinde okul öncesi eğitim zorunlu hale getirilmiştir. Zorunlu olmayan bazı ülkelerde bile okul öncesi eğitimdeki okullaşma oranı yüzde yüzleri bulmuştur. Bir atasözümüzde de çok veciz bir şekilde ifade edildiği gibi “ağaç yaşken eğilir.” Bu nedenle ilk ve temel eğitim çok önemlidir. Çocuklarımızın gelecekte bazı gerici tarikat ve cemaatlerin eline düşmemesi ve bilimsel akılla düşünen, eleştirel akılla araştıran ve sorgulayan, özgür düşünceli, kimlikli ve kişilikli bireyler olabilmeleri için kentin, okul öncesi eğitimdeki okullaşma oranı belediyeler eliyle yüzde yüzlere çıkartılmalıdır. Bu kreş ve ana okullarında atanamayan okul öncesi öğretmenler istihdam edilerek hem atıl durumdaki bu iyi yetişmiş öğretmenler hizmet üretir hale getirilmeli ve hem de atanamayan öğretmen sorununa nispi olarak da olsa katkıda bulunulmalıdır. Bir sınavlar ülkesi haline gelmiş olan ülkemizde, belediye yönetimleri, sınavlara hazırlanan öğrenci ve adaylara çeşitli kurslar düzenlemelidirler. Bu kurslarda mesleğinin en verimli çağında emekli olmak zorunda kalarak atıl duruma düşen emekli öğretmelerden yararlanılmalıdır. Böylelikle hem boşluğa terk edilmiş olan öğretmenler tekrardan üretken hale getirilir hem bu öğretmenlerin deneyim ve birikimlerinden yararlanılmış olur ve hem de kurs maliyetleri düşürülerek ciddi anlamda tasarruf sağlanabilir. Gelişmiş ülkelerde günümüzün en başat eğitim modeli yaşam boyu eğitimdir. Belediye yönetimleri, kent halkının ihtiyaç ve taleplerine göre yaşam boyu eğitim programları düzenlemelidir. Bunun için gerekli bina araç gereç, ekipman donanım ve personelleri sağlamalı ve kurumsal yapılar oluşturulmalıdır. Her kentte, eski Halk Evleri benzeri, günümüzün bilimsel gelişimine göre güncellenmiş, halkın ihtiyaç, talep ve beklentilerine uygun Eğitim-Kültür ve Sanat Evleri kurulmalıdır. Buralarda başta müzik ve resim olmak üzere güzel sanatlar eğitimleri verilmeli, sempozyum, panel forum gibi kültürel etkinlikler düzenlenmeli ve bu etkinliklere halkın etkin katılımı sağlanmalıdır. Her Kentte, devlet kütüphanelerinden ayrı ve bağımsız olarak mutlaka bir belediye kütüphanesi kurulması sağlanmalıdır. Bu kütüphanelerde çeşitli nedenlerle sakıncalı bulunarak devlet kütüphanelerine alınmayan sanat değeri yüksek, güncel kitaplara da yer verilmelidir. Bu kütüphaneler aynı zamanda gelişmiş bilişim teknolojileriyle desteklenmeli dünyanın belli başlı kütüphaneleri ile e-bağlatılar kurularak okuyucuların dünya kütüphanelerinin veri tabanlarını kullanmalarına da olanak sağlanmalıdır. Böylelikle günümüzde özellikle ileri derecede bilişim teknolojileri kullanan ya da kullanmaya hevesli olan genç kuşakların tekrardan kütüphanelere dönmeleri ve kütüphane ortamlarını kullanmaları için yeni bir sinerji yaratılmalıdır. Köylerde, kırsal mahallelerde ve kentin dış taraflarında kalan gettolaşmış kenar mahallelerde yaşayan dezavantajlı halkın da aynı olanaklarla tanışması ve bu hizmetlerden aynı şekilde yararlanabilmeli için gezici mobil kütüphaneler oluşturulmalı, bu gezici mobil kütüphaneler şöyle gelip geçici ve göstermelik olarak değil tam anlamıyla işlevsel olarak kullanılmalıdır. Günümüzde özellikle devlet okullarında verilen eğitimin kalitesi kabul edilemeyecek derecede düşmüştür. Bu durum, MEB’nın eğitim kalitesini ölçen kendi sınavları ve uluslararası eğitim kalitesini ölçen PISA sınavları sonuçlarıyla da sabittir. Türkiye PISA sınavlarında her zaman sonuncu gelmektedir. Bu durumda eğitimin kalitesini yükseltecek olan okullara ihtiyaç bulunmaktadır. Bunu sadece devletten beklemek nafile bir çabadır. Özel okullar ise çok pahalıdır. Bu nedenle belediyeler, kendi kuracakları kooperatifler, şirketler veya vakıflar aracılığıyla gerçekten bilimsel, demokratik ve laik eğitim veren yüksek nitelikli prototip okullar, ilköğretim okulları, fen ve Anadolu liseleri kurmalıdırlar. Bu okullarda, özel okullarda okuma olanağı bulamayan zeki ve üstün nitelikli kent çocuklarının eğitim görmesini sağlamalıdırlar. Bu okulların kalitesi ve mezunlarının başarısı görüldükçe; bu belediye okulları kısa zamanda cemaat okullarına ve niteliksiz eğitim veren öteki okullara alternatif oluşturacak ve hızla yaygınlaşacaktır. Unutmayalım ki, daha yaşanabilir, içinde yaşayanların daha mutlu oldukları ve refah düzeyi daha yüksek kentler ancak ve sadece kentte yaşayanların eğitim düzeylerini topluca yükselterek sağlanabilir. Bu nedenle belediyelere, eğitim alanında da çok ciddi ve önemli yeni bazı sorumluluklar ve yeni görevler düşmektedir.

MEÜ. E. Öğr. Gör. Uzm. Celal TEZEL