Ne büyük projelere imza attı, ne reklam yaptı… Ama 15 ayda bir şehrin kalbine girdi. Ölümüyle, geride gözyaşı ve büyük bir ders bıraktı.
Bir kentin ortalama bir belediye başkanıydı.
Ne ülkeyi değiştirecek projeler yaptı ne de gündemden düşmeyen bir “vizyoner” oldu. Ama ölüm haberi yayılır yayılmaz, sanki her haneden bir cenaze çıkmış gibi bir hüzün kapladı şehri.
Tanımayanlar bile ağladı. Sahi, neydi bu adamı bu kadar sevdiren?
Çünkü…
Kendini halkın yerine koydu.
Makam kapısını halka kapatmadı.
Yanına üç-beş dalkavuk alıp kendine saltanat kurmadı.
İhaleleri eşe-dosta peşkeş çekmedi.
Sokak sokak gezdi, çorbacıda oturdu, seyyar satıcının halini hatırını sordu.
Kreş önlerinde çocuklara süt dağıttı, yaşlı bakım evlerinde sessizce oturup ellerini tuttu.
O, insan biriktirdi.
Hiç tanımamış olanlar bile “Bir dostumu kaybettim” dedi.
Şimdi bizim yöneticilere, özellikle de Mersin’deki belediye başkanlarımıza sormak gerek:
Son bir yılda halkın arasında kaç kez yürüdünüz?
Gece bir çorbacıya, sabah bir kahveye uğradınız mı?
Ya da bir simitçinin tezgâhına selam verdiniz mi?
Klasik açılışlar, özel günler, şatafatlı törenler tamam da…
Bir halk pazarı, bir köy kahvesi, bir dar sokakta ayaküstü edilen muhabbet yoksa, halk da sizinle gönül köprüsü kurmaz.
Bakın, bu adam bunu yaptı.
Ne gösterdi?
İçtenliği. Samimiyeti. Dürüstlüğü.
15 ayda bunu başardı. Çünkü kalbe dokundu.
Çok bilmişlere, koltuklarına gömülüp halktan uzaklaşanlara duyurulur:
Hizmet unutulur, vaat unutulur. Ama samimiyet asla unutulmaz.