Amerikalı eleştirmen ve yazar Harold Bloom’un Etkilenme Endişesi adını verdiği ve beş yıllık bir çalışmanın ürünü olan şiir teorisi kitabı, özetle, bir şairin selefleri ile arasında ortaya çıkan Ödipal (Oidipus Kompleksi) ilişki üzerine kurulmuştur. Yazar, eserinde bir şairin başka şairi nasıl ve hangi yollarla yarattığı konusu üzerine yoğunlaşır. Edebiyat ve şiir zaten bir etkilenme sanatıdır. Blomm da ünlü yapıtında etkilenme olgusunu şiir üzerinde yeniden kavramlaştırır. Kendinden önceki şiir ve şiir akımından etkilenmeyen şair çok azdır.
“Etkileme” (influence) sözcüğü Aquinolu Tommaso’nun Skolastik Latincesinde “başkaları üzerinde güce sahip olma” anlamına gelir. Buna göre, etkilenen kişi etkileyen kişinin yarattığı değerden güç devşirir. Sözcük her ne kadar edebiyat ve özellikle şiir eleştirisinde kullanılsa da, biz bugün politik disiplinde kullanılan biçimiyle anlatmaya çalışacağız.
Postmodern çağın en çok tartışılan kavramları arasında ‘’tarihin sonu’’ ve ‘’ideolojilerin sonu’’ tezleri geliyor. Tarihin sonu tezi Fukuyama’ya ait olup, özet olarak; ‘’tarihin evrimsel bir süreç olarak görülmesi gerektiğini ve bu anlamda tarihin sonunun, liberal demokrasinin tüm uluslar için nihai yönetim biçimi olduğu anlamına geldiği’’ iddiasına dayanır ve Hegel’in tarih ilerleme tezsine bir saldırı olarak karşımıza çıkar. Aslında daha sonra özellikle SSCB’nin dağılmasından sonra ideolojilerin sonu tezi de Fukuyama’nın bu tezinden hareketle, yenidünya sistemi içinde kurgulanan liberal görüşün ütopyasını gerçekleşmesi hevesidir denilebilir.
Tarihin sonu ve ideolojilerin sonu tezleri son tahlilde kısmen gerçekleşmiş olsa da, küresel emperyalizmin bütün dünyadaki ekonomik kaynakların yaklaşık yüzde seksenini elinde bulundurması ve kişi başına düşen refah payının sefalete yol açması, emek- sermaye çatışmasının tarihsel realitesini ortaya koymaktadır. Emek-sermeye çatışmasının sürmesi ideolojilerin sonu tezini çürütmektedir.
Buraya kadar ortaya koymaya çalıştığımız bu tartışmalar, reel olarak, tarihsel perspektifin bize sunduğu pratiktir. Ancak bu gerçekliğe rağmen uluslar arası emperyalizmin hegemonik ideolojisine teslim olmuş yerel politik yapıların içine düştüğü çelişkileri de görmek tarihsel bir sorumluluktur. Bu kapsamda Türkiye’de ideolojik paradigmadan haraketle, siyasetin içine düştüğü ilkesizliği ve dekadansı/krizi değerlendirmek ihtiyacı doğuyor.
Küresel liberalizmin Türkiye’ye doğrudan müdahalesinin tarihsel eşiğini 12 Eylül askeri darbesinde sonra iktidara gelen Turgut Özal’ı alıyorum.
İkinci Dünya savaşının ardından, ABD’de 1929 yılında başlayan mali kiriz ile birlikte İngiltere’nin 1930’lara kadar dünya ekonomisinin en önemli akımı olan klasik liberalizmin tahtını bir süreliğine yerinden etti. Bütün dünyayı etkileyen bu bunalımdan sonra, devletin düzenleyici rolünün önemini savunan Keynesçi refah modeli benimsenmeye başlandı.1960’lı yıllara kadar Keynesçi politikalar bir refah dönemi sağlamışsa da 1970’lerden sonra modelin krize girmesiyle pusuda bekleyen liberalizm eksenli politikalar özellikle Batı’da özelleştirme hedefleriyle iktidara gelmeye başladılar. Yeni Sağ Devlet olarak ortaya çıkan yeni liberal sistem devleti yeniden tanımladı. Reaganizm, Thatcherizm ve Türkiye’de Özalizm olarak ta adlandırılan uygulamalar dünya ekonomik sistemine yön veriyordu. Bu kapsamda Özal tarafından alınan 24 Ocak kararları Türkiye’de liberal iktisadi düşüncenin ekonomiye yerleşmesinde bir milattır.
Turgut Özal’in yeni siyasi açılımı salt ekonomi alanında değil, kendisine ait olan ‘’dört eğilim’’ mottosu da Türkiye siyasetinin klasik ideolojik merkezini parçaladı dersek yanlış olmaz sanırım. Turgut Özal yeni sağ siyaset kurgusuyla hem ekonomide hem de siyasi düşüncede liberalizmin uygulayıcısı olmuştur. Burada liberal ekonomi düşüncesinden çok Özal ile başlayan yeni siyaset anlayışın Türkiye’de doğurduğu sonuç ve etkilerinin üzerinde durmayı, yukarıda da değindiğimiz gibi siyasetin içine girdiği çözümsüzlük ve bunalımından söz edeceğiz.
Siyasal Liberalizm Ve Özal Etkisinin Sonuçları
12 Eylül askeri darbesinden sonra yeni bir cunta Anayasası hazırlayan Kenan Evren, anayasanın halk tarafından büyük çoğunlukla kabul edilmesinin verdiği motivasyonla asker kökenli bir kişi olan Turgut Sunalp’a Milliyetçi Demokrasi Partrisi’ni kurdurarak cunta rejiminin halk desteğiyle devam etmesini umuyordu. Ancak kışladaki hesap sandıkta tutmadı ve uluslar arası finans lobilerinin iyi tanıdığı Turgut Özal’ın partisi ANAVATAN Partisi ilk seçimlerde birinci parti olarak iktidar oldu. Özal’ın askerlerin karşısında zafer kazanması bütün dünyada sivillerin başarısı olarak görüldü. Özal ile birlikte Türkiye yeni neoliberal politikaların uygulandığı bir ülke olmuştu.
Özal, yukarıda da belirttiğimiz gibi liberal anlayışı salt ekonomi alanında değil, bir siyasi söylem olarak ta Türkiye’deki klasik ideolojik merkezli politik geleneğin değişmesinde etkili olmuştu. İnsan hakları, özgürlükler, azınlıklar ve özellikle Kürt realitesini kabul etmesiyle, Türkiye’deki merkez sağ ve ulusal ideolojinin ana damarı olan CHP’nin tarihsel statükolarını kısmende olsa tartışılmasına neden oldu. Özal’ın pragmatik ve popülist politik kişiliği, oluşan yeni sağ siyasette Özal’dan sonra gelen Süleyman Demirel, Tansu Çiller ve Recep Tayip Erdoğan tarafından model alındı. Özal’dan sonra gelen bütün sağ liderler Özal politikalarını uygulamışlardır.
Özal’ın Türkiye’deki yerleşik, devletçi/ulusçu siyasetin hafızasını tartışmaya açmasının etkilerini en çok CHP ekseninde yarattığı değişim üzerinden okumak gerektiğini düşünüyorum. Zira, CHP’nin içinde doğan SHP’nin Erdal İnönü başkanlığında Kürt siyasi partisi HEP ile ittifak yapması CHP’nin tarihsel siyasi statükosunun tartışılmasına neden oldu. Kürt realitesinin Özal ile başlayan yeni siyasi dilin ana argümanı olması, bize göre Türkiye’de siyasi kodların değişmesinde önemli bir katalizör etkisi yapmıştır. Değişen toplumsal dinamikler ve yeni ihtiyaçlar siyasetin değişimini zorunlu kılar. Klişe deyimle ‘’değişmeyen bertaraf’’ olur. Özal’ın etkisi bu çerçevede bize göre tarihsel bir kırılmadır. Özal’ın Kürt sorununa özgürlükler temelinde yaklaşmasının siyasi sonuçları hala tartışılmaktadır. Ölümü üzerine yapılan spekülasyonlar bile, Kürt sorununun devlette olan hassasiyetinin ölçüsü hakkında önemli bir fikir vermektedir.
Bugün, sık sık Adnan Menderes ve Turgut Özal’ın siyasi etkisinde olduğunu dile getiren Recep Tayip Erdoğan’ın kurduğu AKP’nin iktidara gelmesinde, sivil toplum, Kürt meselesine demokratik çözüm vaadi ve askeri vesayet karşıtı söylemlerin önemli taşıyıcı politik faktörler olduğunu söylemeye bile gerek yok. Erdoğan da Özal gibi popülist ve pragmatik lider özellikleri benimseyen bir figürdür. Yani Erdoğan’dan Özal’dan etkilenmenin siyasi etkisini görmek mümkündür.
Yukarıda belirtmeye çalıştığım 12 Eylül askeri darbesinden sonra Özal ile başlayan yeni neoliberal sağ siyasetin en son temsilcisi olan Erdoğan’ın neden otoriter bir kişiliğe dönüştüğü hikâyesi ise başka bir yazının ve tartışmanın konusu olacaktır.
Etkilenmenin etkisi her zaman pozitif yönde ilerlemez elbette