Ekonomi ve siyaset uzmanlarına göre Türkiye 2026 yılına girerken AKP'nin 24 yıllık iktidarındaki en büyük ekonomik kriziyle karşı karşıya kalabilir.
Başta emekliler olmak üzere, ücretli kesimlerin girdiği yoksulluk ve sefaletin yanında sanayi üretimi ve orta ölçekli üretimin durma noktasında olduğu belirtiliyor.
Bu durum kimin umurunda dediğinizi duyar gibiyim.
Gerçekten de kimin umurunda ki?
Erdoğan ve saray aklının 24 yılda gösterdiği en büyük başarı, en derin bunalım dönemlerinde toplumu "algı narkozu"yla uyuşturmak değil miydi?
AKP 2025 yılını bu bağlamda iyi değerlendirdi. Bir taraftan İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne ve Ekrem İmamoğlu üzerinden CHP'ye yapılan operasyonlar, diğer taraftan da asıl sıkışmışlığı atlatmak için iyi kurguladıkları "barış süreci" oyalaması. Bu satırları yazarken gelen son bilgilere göre Suriye'nin paylaşımında SDG ile Suriye hükümetinin anlaşma yapması nedeniyle Türkiye'nin bölgeye yönelik ciddi bir operasyonundan söz ediliyordu. MHP ile DEM’ in bu konuda köprüleri attığı belirtiliyor.
Türkiye böyle bir ciddi bunalım yaşarken Saray'ın rahatlığı, “Titanik batarken keman çalıyorlardı" sözü aklıma geldi.
"Titanik batarken keman çalmaya devam eden orkestra" imgesi, modern siyaset felsefesinde ve sosyolojik eleştiride "tehir edilmiş hakikat" ve "estetize edilmiş çöküş" üzerine kurulu çok güçlü bir alegoridir. İktidar, geminin su aldığını bildiği halde müziği susturmayarak bir sahte normallik algısı yaratmaya çalışıyor. Böyle kriz dönemlerinde iktidar, yapısal çözümler üretmek yerine, sembolik başarı hikayeleri, yapay gündemlerle dikkati dağıtmaya çalışır. Sorun çözülmez, sadece sorunun yarattığı panik ötelenir. Şu günlerde sanatçı ve iş dünyasına yönelik uyuşturucu operasyonları da dikkat dağıtmanın yeni bir senaryosu.
Bu senaryoda kemancıları günümüzün medya kuruluşları, düşünürleri veya propaganda araçları olarak görebiliriz. Felaketi görmek yerine, felaketin fon müziğini yaparlar. Gerçeklik çıplak ve korkutucu olduğunda, iktidar bu gerçekliği "estetik" bir formla (milliyetçi söylemler, görkemli törenler, büyük projeler) ambalajlar. Keman sesi, geminin parçalanma gürültüsünü bastırır. İktidar kaybettiği toplumsal güveni yeni algı projelerini devreye alarak yeniden sağlamaya çalışır.
Toplumun artık kurumlarına, adaletine veya geleceğine dair inancını tamamen yitirdiği, ancak alışkanlık gereği günlük rutinlerine (dans etmeye/çalmaya) devam ettiği bir nihilizm evresi yaşanır. İktidar, kontrolü tamamen kaybettiğinde rasyonel yönetimi bırakır ve sadece ritüelleri (keman çalmayı) sürdürür. Bu, yönetme kabiliyetinin yerini "yönetiyormuş gibi yapma" tiyatrosu alır.
Gemi su alırken (enflasyon, döviz krizi, alım gücü kaybı) orkestranın çalmaya devam etmesi, iktidarın gerçek kriz verileri yerine "büyük Türkiye" ve "Türkiye Yüzyılı" gibi retoriklere sığınmasını temsil eder.
İktidar, rasyonel iktisat politikalarına dönmek yerine, sembolik başarılar üzerinden bir "her şey kontrol altında" imajı (müzik) üretir. Toplumun bir kesimi bu müziğe odaklanarak batış riskini görmezden gelir.
Mega projeler, bu senaryoda keman sesleridir. Ekonomik yapıdaki (geminin gövdesi) derin çatlaklar, bu projelerin yarattığı görkemli sesle bastırılmaya çalışılır. Keman çalanlar, gerçekliğin (suyun) sesini değil, iktidarın bestelediği melodiyi duyururlar. Haber bültenlerinde "Avrupa bizi kıskanıyor" veya "eksen kayması" gibi temalar işlenirken, vatandaşın mutfağındaki yangın bu sesin altında kalır. Sosyal çöküşün başladığı noktada (kadın cinayetleri, uyuşturucu sorunu, adalet sistemindeki erozyon), bu sorunlar münferit olaylar gibi gösterilerek "geminin sağlam olduğu" miti korunmaya çalışılır.
İktidarın sıkça kullandığı "Hepimiz aynı gemideyiz" söylemi, aslında müziğin durmaması için yapılan bir çağrıdır. Bu söylem, geminin batma sorumluluğunu (kaptan ve mürettebatın hatasını) tüm yolculara paylaştırarak iktidarı hesap vermekten kurtarmayı hedefler. Eleştiri getirenler (su sızıyor diyenler) ise "gemiyi batırmaya çalışan hainler" olarak yaftalanır.