"..Bugün Haldun, bir hastane odasında… Hayat mücadelesi veriyor. Yıllarca haberini yaptığı, destek verdiği birçok kişi ise sessiz ve uzaktan izliyor..."
Bir Gazetecinin Sessiz Çığlığı: Haldun Okdemir
Aylardır kalp rahatsızlığı nedeniyle Mersin Şehir Hastanesi’nde yatıyor Haldun…
Geçenlerde aradı.
Sesinden hemen anladım ruh halini.
— “Nasılsın biraderim?”
— “İyi değilim... Ayağımı kesecekler!”
Sözleri içimi dağladı. Bir anda Tankut Tufan Üstadım geldi aklıma. O da şeker yüzünden ayağını kaybetmişti... Donup kaldım.
Telefonu kapatmamdan kısa bir süre sonra kıymetli ağabeyimiz Emin Okdemir aradı. Sesi titriyordu,
— “Haldun’un ayağını keseceklermiş Vahap’ım… Ne olur onu yalnız bırakma. Ben de rahatsızım, kardeşime gidemiyorum. Sana emanet…”
Abimiz ağlıyordu. Yüreğim parçalandı...
— “Tamam abim, yarın hastanedeyim…” dedim.
Ertesi gün, kardiyoloji servisinde tek kişilik odasında ziyaretine gittim.
Kız kardeşi divanda yatıyor… Haldun ise yatağından kalkmış, sandalye üzerinde oturuyordu.
Her iki ayağı bileklerine kadar sargılı, vücudu zayıf düşmüş. Acısını, yüz mimiklerine bakarak anlamak mümkün.
Beni görünce toparlanmaya çalıştı, izin vermedim. Eğilip başından öptüm.
Kız kardeşi dışarı çıktığında, bana bir vasiyetini fısıldadı.
Yerine getirmemi istedi.
Bende için için ağlıyordum.
O, yine güçlü durmaya çalışıyor, beni teselli ediyordu…
İçimde bilinmez fırtınalar kopuyordu.

Hastanede birlikte çektiğimiz bir fotoğrafı sosyal medyada paylaştım.
Ziyaret bitti. Odasından ayrıldım, moralim yerle bir olmuştu.
Yaylaya doğru çıkarken Deniz’i aradım:
— “Deniz, içkimi ve mezemi hazırla. Atlılar Göleti’nde oturacağız.”
Gölet yolunda meclis üyesi Celal Ata aradı.
— “Abi, hastane fotoğrafınızı gördüm. Çok üzüldüm. Bir katkımız olsun istiyoruz. Gerekirse hasta bakıcı tutarız. Birkaç arkadaş buna gönüllüyüz.”
“İyi olur” dedim.
Celal Ata, yokluk görmüş, tertemiz yürekli bir evlat.
Bizim çocuğumuz… Toroslar Belediye Meclis Üyesi.
Gurur duydum onun bu sözlerinden.
Demek ki hâlâ içimizde insanlık ölmemiş…
Haldun’un sağlıklıyken dokunduğu, haberlerini yaptığı insanlardan da böyle bir vefa beklerdim...
Bir Dosyanın Hikâyesi
Yıl 1989…
Kaya Mutlu, Mersin Belediye Başkanı seçildiğinde Haldun’un yeniden belediyedeki görevine dönme umudu yeşermişti.
12 Eylül öncesinde birlikte Mersin Belediyesi’nde hem çalışıyor hem de muhabirlik yapıyorduk.
Ben cezaevindeyken, bir ara kısa süreliğine Kıbrıs’taki akrabalarının yanına gitmiş.
O dönemde, çalıştığı ajansa göz diken ve pek de sevilmeyen bir gazeteci, durumu belediyeye jurnallemişti.
İzinsiz yurt dışına çıktığı gerekçesiyle 12 Eylül darbecileri onu tazminatsız işten çıkarmıştı.
Yıllar sonra, SHP'den başkan seçilen Kaya Mutlu’nun kendisini yeniden işe alması için dosyasını hazırladı. Görüştüler, umutlandı…
O dönem ben Mersin Gazeteciler Cemiyeti başkanıyım.
Cemiyet binamız Atatürk Parkı'nda. Sabahları orada geçer, hem başkanlık görevimi hem de Cumhuriyet Gazetesi Mersin muhabirliğini birlikte sürdürürdüm.
Tankut Tufan Üstadımızın sevdiği gazetecilerden oluşan dost halkamızda Haldun, Hamdi Yurdakul, Nevzat Kelleli ve ben vardık.
Her gün ya bir lokantada ya da deniz kenarında kendi kurduğumuz masamızda otururduk.
Martı sesleriyle rakı yudumladık, dostluğumuzu büyüttük…
O yıllarda protokol yemekleri de içkili olurdu. Mersin Oteli ya da lüks lokantalar, gazetecilerin ikinci adresiydi adeta.
Gece hayatını seven iki dosttuk Haldun’la.
Sabah bir araya gelir, gece yarılarına dek ayrılmazdık.
“Hayrına So...!”
Bir sabah Haldun yanıma geldi. Öfkeliydi.
— “Başkan Kaya Mutlu beni oyalıyor. Beni işe almayacak galiba…”
— “Birader, şimdi iki tek atacağız. Sonra gidip yüzüne ne varsa söyleyeceksin. Ya alır ya almaz…” dedim.
Deniz kenarındaki masamıza geçtik.
Haldun, arka arkaya iki kadeh fondip yaptı. Ardından Serçe marka arabasına binip, Başkan’ın Belene’deki makamına gitti.
İki saat sonra döndü.
Masadaki bardağına rakısını doldurup, susamış gibi içti. Ağzını sildi, eriğinden ısırdı.
Sonra başını kaldırdı, derin bir nefes alarak şöyle dedi:
— “Ne yaptım biliyor musun başkan?”
Özel kalemde yarım saatten fazla bekletilmiş.
Sabrı taşınca, kimseyi dinlemeden içeri dalmış.
Kaya Mutlu, kalabalık bir masada oturuyormuş.
_ "Hayırdır Haldun" demiş.
Haldun, dosyasını çıkarmış, gözlerinin içine bakarak haykırmış:
— “Hayrına so…! Al sana evrak!”
Dosyayı parça parça edip masanın üstüne atmış ve çıkmış…
Çok üzülmüştü.
Tercüman Gazetesi’nde yıllarca haberini yaptığı, tanıttığı, iletişimine katkı sunduğu başkandan vefa görememişti.
Bugün Haldun, bir hastane odasında…
Hayat mücadelesi veriyor.
Yıllarca haberini yaptığı, destek verdiği birçok kişi ise sessiz ve uzaktan izliyor.
Oysa Haldun’un artık özel bir ihtisas hastanesinde tedavi görmesi gerek…
Ama işte gazeteciliğin acı tarafı bu: Vefasızlık! Duyarsızlık! Uzaktan İzlenmek...
Gazetecilerin vefasız dünyadasında durum bu...